Yalan nedir? Ne kadar zor değil mi her gün maruz kaldığımız,maruz bıraktığımız kelimeyi beş harfe sığdırmak. Sessiz kalmak peki, doğrusunu bildiğimiz halde söylememek, bir farkı var mıdır yalan söylemekten?Gerçi bugünlerde doğrusunu bilip bilmediğimiz bile şüpheli. Bilmiyoruz, bilmek istemiyoruz. Bilmemek hayatımızı kolaylaştırıyor çünkü. Ne kadar az bilirsen o kadar iyi uyursun.Yarattığımız sahte dünyalarla mutlu oluyoruz. Yalan mutluluk getirir mi? Var olmayan bir şey bu kadar güçlü olabilir mi?
Saatime baktım, tam vaktinde gelmiştim. Kahvemi kasadan aldığım gibi koşarak adliye binasına girdim. Dava dosyasını açıp son hazırlıklarımı gözden geçirmeye başladım. Avukatlık kariyerimde çok az dava kaybetmiştim. Bu dosya da onların yanında çocuk oyuncağı gibi duruyordu. Gerçekleşen cinayette müvekkilimin suçlu olmadığını kanıtlamaya çalışıyordum. Olay yeri inceleme temiz çıkmıştı. Ne cinayet silahı ne de en küçük bir ize rastlanmıştı. Öyle miydi peki, gerçekten suçsuz muydu? Değilse bile onun olduğunu gösteren bir kanıt da yoktu. Gerçek ortaya çıkana kadar yalan da bir gerçektir. Aksi kanıtlanana kadar her yanlış doğru kabul edilir. Gerçekle yalanın arasında çok ince bir çizgi vardır, bir o kadar belirsiz aynı zamanda bir o kadar keskin. Her renkten insan vardır, siyah ve beyaz dışında. İnsanlar sadece fotoğraflarda siyah beyazdır. Ben inanıyor muydum peki masum olduğuna ? Doğrusunu söylemek gerekirse benim ne düşündüğüm ya da asıl gerçeğin ne olduğu beni ilgilendirmiyordu. Yalan söylüyor ya da doğru. Katil ya da masum. Benim işim gerçeği ortaya çıkarmak değil, gerçeği kendim yaratmak.
Hareketli geçen birkaç saatin ardından duruşmanın sonlarına geliyorduk. Olay saatleri içinde müvekkilimin olay yerinde olduğu kanıtlanmıştı. Bu da davada başka şüpheli olmadığı için müvekkilimi suçlu kalıbına sokuyordu. İtiraz için müvekkilime söz verildi. Bütün gözler sanığa çevrildi. İnkar etmesi gerekiyordu. “Hayır, yapmadım.” diyecekti, bu sayede yeterli kanıt oluşturulamama sebebiyle duruşmanın tekrar ertelenmesini sağlayacaktım. Tam bunun için belgelerimi hazırlamaya başlamıştım ki sessizlik sürdü. Müvekkilim sessiz kaldı. Yapabileceği en kötü şeyi yaptı ve konuşmadı. Sessiz kalmak da kabul etmektir, onaylamaktır. Sessizlik en büyük çığlıklardan bile daha yüksektir bazen. Evet dersin çünkü, bütünüyle kabul edersin. Cümlelerden bile çıkamayan bu anlam hiçlikten çıkar. Kolaydır çünkü boş bir kağıda istediğini çizmek.
Kendisini koruma içgüdüsüyle yaptığı gerekçesiyle nefsi müdafaadan 50 yıl 15 gün hapis cezası almasını sağladım. Kaybettiğim nadir davalardandı çünkü kazanmak isteyen birini savunmuyordum ilk kez. Daha 18 yaşındaydı. Birinin hayatını sonlandırmıştı ve buna karşılık onun hayatı da sonlanmıştı. Onun katili kimdi peki? Gerçek çıkmış mıydı ortaya? İki sonlanmış hayat ve geride kalan bilinmeyenler… Korkmuş muydu acaba ben yapmadım, demekten? Kimden korkmuştu? Kendinden…