Kara tahtanın önünde ayaktaydım. Pek de sevdiğimi söyleyemezdim bu tarz konuları fakat şu an tahtadaydım ve “sevgili” psikiyatristim benden sevinç,şaşkınlık ve guru gibi duyguları yoğun yaşadığım bir anımı anlatmamı istemişti. Başlangıçta aklıma elle tutulur bir hatıra gelmese de birkaç saniye sonra aklıma düşen o gün sanki dün yaşamışcasına gözlerimin önündeydi.
Her sabah sesleri yüzünden uyandığım martılar bugün de geleneği bozmamışlardı. Uyandıktan sonra odamdaki boy aynasında bir süre kendimi izledim. Bedenim onca estetik algısının yanında hiçbir özelliğe sahip değildi sanki. Mavi gözlerim belki de vücudumun en güzel özelliğiydi. Birden tüylerimin diken diken olmasıyla vücudumu hepten saran bir irkilmeyle telefonumu yanıma aldım ve açma kapama düğmesine basışımla kendime olan bitmek bilmeyen öfkemi harlandı. Telefonu şarja takmayı unutmuştum ve bu antika denilebilecek derecede ilkel olan telefonu 3 saatten kısa bir sürede şarj etmem pek de mümkün değildi.
Üstümü hızlıca değiştirip evime yürüyüş mesafesi yakınlığında olan bir kafeye gidip oturdum.sipariş almak üzere başımda dikilen garsona birazdan sesleneceğimi söyleyerek kibarca kovduktan sonra tam kahve almak için ayağa kalkmışken kapıda gördüğüm sima hiç de yabancı değildi bana. Üstümdeki gri eşofman ve siyah kısa kollu tişört var olan çirkinliğimi biraz daha olsun güzelleştirmeyi başaramazdı onun yanında .karşımdaki kişi yıllardır bana izini kaybettiren ve bunalımlı dünyama kapı aralayandı. Lisede tanışıp yılarca birlikteliğimizi sürdürmüştük ama ona Viyana Müzik Okulu’ndan gelen “altın bir fırsat”la başlayan ayrılığımız sonrasında ayrılığa kadar sürüklemişti hikayemizi. O ülkede ünlü bir keman virtözüydü ben de ünlü bir çellisttim. Müzikti bizim tanışamaıza vesile olan da. Bir gün müzik sınıfında gözlerimden akan yaşlar eşliğinde çello çalarken kulağıma gelen bir keman sesi melodiyi güzelleştirince gelip yanıma oturmuştu ve göz yaşlarımı silmişti parmaklarını uçları. O günden sonra yakınlaştık ve bizi hiçbir şey ayırmadı ta ki o kabul mektubuna dek. Onun gidişi bende bir yıkıma sebep olmuştu başlarda. Büyük bir boşluk hissediyordum hayatımda. Ayrılığımız da bu boşluğu gittikçe derinleştirmişti haliyle ve o günlerde başlamıştı 4 senedir süren psikiyatri yolculuğum. Annem beni zorla o kapıda içeri sokmuş ve başlatmıştı bu süreci. Onun da çok üzüldüğünün farkındaydım benim bu halimi görünce fakat elimden gelen bir şey yoktu çünkü ben de 2 senedir duygusal bir bunalımın kölesiydim.
Şimdiyse yanağımı ıslatan o yaşlar ve sanki içimdeki çığlığı duymuşcasına bana dönen gözleri gözlerimle başlasaydı sanki koskoca evrende. Yanıma geldi ve kokusunu burnumda hissetmemle bilincimi kaybedip kendimi yerde bulmam bir oldu.
Uyandığımda bembeyaz duvarlarıyla ürkütücü gözüken bir odadaydım ve yanımdakilerin bağırışları bana buranın neresi olduğunu anlatıyordu:”Ben DELİ değilim!”.