İnanmadığın Neden Gerçek Olmadığı Anlamına Gelsin ki?

Stephen ve Rachel… İki yakın arkadaş… Küçüklüklerinden beri tanışırlardı ve artık kardeş gibilerdi. Birbirlerinin neyi sevip neyi sevmediğini, hayata bakış açılarını, herhangi bir durumda nasıl tepki vereceklerini tahmin edebiliyorlardı. Birbirlerini bu kadar iyi tanımalarına ve bunca zamandır birlikte vakit geçirmelerine rağmen birbirlerinden hemen hemen farklı olan kişiliklerine alışabilmiş değillerdi. Daha doğrusu ikisi de bazı konularda doğru olan şeyin kendi düşüncesi olduğunu savunuyordu. Tabii buna daha sonra geleceğiz ama ilk önce bu iki yakın arkadaşı yakından tanımak gerek.

İlk tanıştıkları andan beri Rachel her zaman aralarındaki en canlı, yaşama isteğiyle dolup taşmış, yerinde duramayan olmuştu. Yaşıtlarındaki diğer kızlara göre daha farklıydı. Onlar kadar vaktini bebekleriyle oynamaya harcamaz, yemeğini yer yemez sokaktaki erkeklerin yanına oyunlar oynamaya giderdi. Stephen ile de böyle tanışmıştı: Bir gün erkeklerle futbol oynamak için dışarı çıktığında Stephen ile aynı takımdaydı. O günden sonra da hep arkadaş kaldılar.

Stephen ise büyüdükçe ciddi bir insan olmaya başlamıştı. Evet, yeri geldiğinde gülüyordu ya da o eski “küçük Stephen”a dönüp eğleniyordu ama eskisine daha olgundu artık. Rachel ile olan ilişkisine geldiğimizde ise Stephen her zaman Rachel’ı kardeşi gibi görmüş, ne zaman ihtiyacı olsa ona yardım etmişti. Büyümelerine rağmen Rachel’ın içindeki çocuğu nasıl hala kaybetmediğine şaşırıyor, bazen o canlılığına,yerinde duramayışına hayran oluyor bazen de yaptığı çocuksu hareketlerine sinir oluyordu.

Şu an ikisi de otuz yedi yaşında, iş sahibi, kendisi geçindirmeye çalışan-ikisi de evli değildi-yetişkinlerdi. Stephen işinde gayet başarılı bir beyin cerrahı, Rachel ise dünyaca olmasa da tanınan bir ressamdı. Stephen gerçekçi bir insandı, öyle büyüye veya ruh ile alakalı olan şeylere pek inanmaz ve çoğu şeyi de saçma bulurdu. Örneğin bir insan geçirdiği kaza yüzünden ameliyat dahi yapılsa eskisi gibi yürüyemeyeceğini-işi bu olduğundan- bilir ve ona göre bu sebeple o hasta için yapılabilecek bir şey yoktur. Rachel ise parapsikoloji, spiritüalizm ve okültizm hakkında okumuş; yaşadığımız hayatın sadece, maddeden yapılmış bu dünyada kalmadığını, başka evrenlerin ve boyutların var olduğunu ama bu boyutlar arasında gezebilmenin belli bir uğraş gerektirdiğini, astral seyahatin de olduğunu düşünen biriydi. İşte bu konularda Stephen ile Rachel anlaşmazlığa giriyordu.

Rachel-her ne kadar Stephen ona inanmasa da-kendisini bu konularda geliştirdiğini söylüyordu. Huzurluydu, sağlıklıydı, sadece bu madde dünyasına takılı kalmayıp kendisini sürekli bir şekilde iyileştiriyordu. Yani hasta olsa kendisini iyileşeceğine inandırıp, kendisine o yönde telkinler gönderip daha kısa sürede iyileşiyordu. Ama Stephen öyle değildi tabii: gider ilaçlarını alır ve zamanında kullanır ve sadece kendisine-hastalığı daha kötü olmasın diye-dikkat ederdi. İşte bazı zamanlar Rachel’ın bu konuda inatlaşıp delilik yaptığını söylerdi Stephen çünkü ona inanmazdı. Kim farklı boyutlarda gezebilir veya ruhunu bedeninden ayırarak bilinçli bir şekilde bir şeyler yapabilirdi.

Bir gün Stephen öyle bir kaza geçirdi ki ellerini kullanamaz hale geldi. Ciddi anlamda kullanamıyordu, sürekli titriyordu elleri. Rachel bu haberi alır almaz Stephen’ın kaldığı hastaneye gitti. Elleri çok kötü durumdaydı, destekleyicilerde duruyordu. Stephen hala alışamamıştı. Birkaç ay sonra ellerini oynatabiliyordu ama hala titriyordu bu da bir daha asla kariyerine dönemeyeceği anlama geliyordu. Neyse ki Rachel, Stephen’ı ikna etmeyi başardı ve Rachel Stephen’a bütün gücünü ellerinin iyileşmesine yöneltmeyi öğretti Stephen’ın delilik dediği yöntemlerle. Ve Stephen eli iyileşince fark etti ki: Bir kişinin deliliği, bir diğerinin gerçekliğidir.

(Visited 50 times, 1 visits today)