Günümüz dünyası ve onun kapsadığı toplum ve toplumsal yaşantıda karşılaştığımız birçok işleyiş biçimi kendi içerisinde çeşitlilik barındırır. Toplumun yaşamında beliren bu farklılıklar o toplumun içinde bireylerin kendi arasında ve kendilerine özgü olan birtakım değer ve inanış biçimleri ortaya çıkmasına neden olur. Bu ortaya çıkan olguların büyük bir kısmı ise ikili ilişkileri geliştirmek, toplum içinde kendine bir yer edinmek ve sosyal kişiliğin beklentilere uydurulması nedeniyle kendilerine yer bulmuş, hayatlarımızın birer parçası olmuşlardır. Kendi benliğimizi ve toplumsal ilişkilerimizi geliştirmek, pekiştirmek veya bir bakıma koruma altına almak için kullandığımız birçok unsur vardır. Kültürel açıdan bakıldığında bu etkenlerin başında gelen olgulardan biri de batıl inançlardır.
İnancı Etkileyen En Büyük Etken Korkudur
Batıl inançların kökenleri araştırıldığında bilim insanlarının bulduğu en yaygın cevap insanların içsel kaygıları ve inançlarının bu tip unsurları doğurduğu olmuştur. Sosyal bilimlerle ilgilenen uzmanlar, insanların bilinmeyen ve anlaşılmayana olan ilgisinin bu tarz altı doldurulması imkansız olan unsurlar ortaya çıkarmasına yol açtığını öne atıyor. Tutunacak bir dal, inanacak bir yalan fikri onları kendi sınırları içinde güvenli tutuyor ve hayatlarının sonuna kadar daha yüce bir amaç aramaktan kurtulmuş oluyorlar. Böylece düşünmekle zaman kaybetmiyor, toplumu kontrol etmek isteyen kitlesel güçlere boyun eğiyor ve herkes gibi sıradan olmayı kabul edebiliyorlar. Çoğunlukla tehlike ya da ölüm habercisi olarak algılanan sinyallerle karşılaşıldığında verilen tahtaya vurma ve buna benzer tepkimeler bu unsurlara örnek verilebilir.
Birçok batıl inancın kaynağının pagan inançlarından geldiğine inanılmaktadır fakat bu olguların tarihçesi aynı zamanda Mısır, Yunanistan ve İtalya gibi kendine özgü inanç ve kültürüyle öne çıkan bölgelere de dayanmaktadır. Kültürümüzde görülen ve gelişen birçok batıl inancın ise şamanizmden geldiği düşünülmektedir. Bazı batıl inançların ruhlar ve nazar gibi soyut varlık düşünceleriyle bağlantılı olması kendimizi yalnız somut açıdan değil, soyut varlıklar arasında da koruma altına aldığımıza inanmayı istememizden kaynaklanır.
Bu kanıt ve argümanlara bakarak batıl inançların gerçek olmadığı kanısına varılması zor olmayacaktır. Fakat asıl soru bu inançların bizlere bireysel olarak psikolojik bir rahatlama yaşatıp yaşatmadığına bakılmasında aranır. Batıl inançlara gerçek anlamda bağlı yaşayan insanların bir kısmı psikolojik olarak kendilerini bir olguya bağlayıp o görünmez ip sayesinde sınırlarından çıkmayan evcil varlıklar haline getirmişlerdir. Bu durum incelendiğinde o insanların büyük kısmında güven problemleri veya post-travma sendromu geçirdikleri gözlemlenebilir. Bu iki olgu günümüzde toplumun kayda değer bir bölümünde görüldüğü nedeniyle bu durumu bir psikolojik sorun değil, beden ve ruhun dışarıdaki tehditlere karşı geliştirdiği bir nefsi müdafaa yöntemi olarak görmek bu tip unsurları incelerken daha yararlı olacaktır. Bu etmenler bir araya getirildiğinde bu tür bir tartışmanın sonuca vardırılması için alınması gereken önlemlerin başında incelenen toplum ya da bireylerin kişisel rahatsızlıkları olmayan insanlar veya gruplar olduklarından emin olunması gerekmektedir. Böylece batıl inançların psikolojik bir rahatsızlık olmadığı, sadece kendilerini rahatlatmak isteyen birey ve toplulukların doğaya ve bilinmeze karşı doğurduğu bir tepkisel olgudan ibaret olduğu anlaşılacaktır.
(Visited 54 times, 1 visits today)