Gözlerimi açtığımda ait olmadığım yerdeydim,benim dünyamda güneş yoktu ki…Geçenlerde bir nine anlatırken duymuştum meğersem Güneş ve Ay büyük aşıklarmış.Birinin içindeki cehennemden sıcak olan aşk;birinin içindeki kanı donduran soğukluk,vuslat yaşatmamış hiç bu iki aşığa.Güneş ilk Ay’a olan aşkını kesmiş,içindeki sıcaklığını,güzelliğini mahrum bırakmış.Ay’da terk edildiği için kendi cehennemine bırakmış onu.O gün bu gündür bizim dünyamızda güneş doğmaz,ismi bile zamanla unutulur.Çocukken sadece gece olan bir evren olduğunu söylemişlerdi ona inandırılmıştık,ilk hayallerimiz yıkıldı sonra da endişeler başladı.Şuan ise gördüklerim imkansız olmalıydı.Çevremde ellerinde çiçeklerle,beyaz elbiselerle,ağızlarında kilometreler öteden belli olan gülümsemelerle hayata karışan insanlar vardı.Şaşkındım,bizim dünyamızda karanlık sokakların içinde karanlık insanlar vardı.Mutsuz,kaba,aksi bazıları ise suskun,depresif,ağızlarında bir kere bile tebessüm görmemiştim.Burası da neresiydi böyle?Uzaktan beyaz,uzun elbisesi içinde parlak saçlı bir kızın yanıma yaklaştığını gördüm.”Hey! Sen ne yapıyorsun burada?” dedi kızgın olmaya çalışarak ama hala beyaz dişlerini göz önüne seriyordu. “Asıl burası da neresi?” dedim meraklı bir şekilde.Güneş gözlü kız yanıma yaklaştı gerçekten de çiçek kokuyordu.Oysaki bizim dünyamızda doğal bir çiçek yoktu olanlar bile ömrü dayanmıyordu koklamaya. “Kral sakın seni görmesin!” dedi. “Ne?17.yüzyıla mı ışınlandım da haberim yok?” dedim hayretle kızı izlerken.Krallıklar sadece gelişememiş toplulukların işiydi bize öyle öğretilmişti,moderniyet,bilim her zaman değişmez bir yoldu.Emin adımlar yarınlarımızı bize veriyordu.Herkes işini yapar ve hayatına devam ederdi.Burada ise çevrede insanlar bibirleri ile sohbet ediyor,gülüşüyor ve zaman geçiriyorlardı.Benim dünyamda sokakta iki konuşan çift görülse uyarı alırlardı işinizin önüne hiçbir şey geçmemeli diye.Halbuki karşımdaki kişiler iş yapar gibi de değillerdi.Şarkı söylüyorlar,birbirleri ile dans ediyorlardı.Derin düşüncelerimi kızın sesi böldü. “Siyah niye giyindin?Siyah renginin yasak olduğunu bilmiyor musun?” dedi.Siyah renk yasaklanmış mı?Aksine biz koyu renkler dışında açık renkler giyinemiyorduk.Nereye düşmüştüm ben? “Bak,ne oluyor bilmiyorum ama ben buradan değilim benim dünyamda güneş yok günün yirmi dört saati de gece sabah sokak lambaları ile uyanırız.Anladın mı?” dememle birlikte kızın güneş gözleri kısıldı ve gülüşünü tekrardan bana sundu. “Sen gerçekten delirmişsin Güneş Krallığında gece diye bir şey yok.Gökyüzü hiç kararmaz,her zaman gülümsemelerimiz güneş gibi bakidir.” dedi.Sinirden gülmeye başladığımda papatyalardan elime tutuşturdu kız.İlk defa çiçeğe dokunuyordum. “Bak kokla bu dünya gerçek…” dedi.Kokladım düşünü kurduğum o koku burnumun kenarlarına bile değmedi.Ve aniden ismimi duydum.
“Pars,kalk!Sabah oldu,kahvaltı hazır…” İçimden histerik bir şekilde güldüm. “Anne gerçekten sabah mı oldu?Saat 7 ve güneş yok.Pardon,unutmuşum bizim dünyamızda zaten güneş hiç doğmaz!” “Annecim niye gerginleştin birden ne oldu?Bir şey mi gördün rüyanda?” dedi endişeli bir şekilde.Aklım annem beni uyandırmadan dakikalar öncesine kaydı.Parlak saçlar,mutlu sokaklar,mutlu insanlar,güneşi kıskandıracak kadar parlak,aydınlık gülüşmeler…Gerçekten öyle bir dünya da var mıydı?Anlatılan efsaneler doğru muydu?Güneş ve Ay aşkı iki ayrı dünya mı yaratmıştı?İçimdeki sorular ve karanlıkla annemin sorgu dolu adımlarını takip ettim…Belki de sadece bir rüyaydı.Hem efsaneler gerçek olsa haberimiz olurdu dimi?Olurdu dimi?