Bir Cuma günüydü. Akın basketbol kulübünde oynuyordu. Bir kaç kez şut atmayı denemişti ama atamamıştı. Uğraşmış, uğraşmış ama olmamıştı. Sonunda bir kere attığı için sevinmişti.
Bir hafta sonra maçları vardı ama Akın tam olarak hazırlanamamıştı. Basketbol videoları seyretmiş; taktiklere, detaylara, hareketlere dikkat etmişti ancak fiziksel anlamda kendini hazır hissetmiyordu.
Maça 1 saat kalmıştı. Akın çok korkuyordu. Son bir saatte çok sıkı çalışmıştı. Bir kaç şutu basket olmuş ama çoğu olmamıştı. Yine de yoldayken iyice konsantre olmuştu.
Maç başladığında Akın rakip bir oyuncudan topu almıştı. Potaya doğru tam ilerlerken Emre adında bir çocuk Akın’ın koluna vurup faul yapmıştı, özür dilemişti ama Akın’ın kolu çok ağrıyordu. Doktor iyice incelerken çok ağır bir darbe yediğini o yüzden de 3 hafta basketbol oynayamayacağını söylemişti. Akın itiraz edip maça devam etmişti. Gidince ilk yaptığı şey potanın önüne geçip şut atmak olmuştu. Şut basket olmuştu. Herkes “YEEEEEEY!” diye bağırıyordu.
Akın bu yaptığını 5 kez daha yapmıştı. Maçı 53’e 20 Akın’ın takımı yenmişti. Akın bu yaptığı şeylere inanamamıştı. Tüm arkadaşları ona “Vay be! Hani şut atamıyordun. İmkansızı başardın dostum!” demişti. Akın eve gidince o maçı hep “İmkansız diye bir şey yoktur.” sözü ile hatırladı. Tabii bu arada doktorun sözünü dinlemeyip maça devam ettiği için de kolunun iyileşme süresi uzamıştı.