Akşam yine odama çekildim. Kitabımı aldım ve kaldığım son sayfayı açtım. Kitabın konusu insan psikolojisiyle ilgiliydi. İnsanın farkında olmadan yaptığı davranışları ve bunların sebeplerini açıklamaya çalışıyordu. Neden bilmem ama çocukluğumdan beri böyle konular hep ilgimi çekmiştir. Belki bunun sebebi üst komşumuz olan Ayşe teyzedir. Onu izlerken hep hayranlık duyardım, birinin yüzüne nasıl gülüp arkasından kötü konuştuğunu hiç anlayamazdım. Bunu o kadar ustaca yapardı ki, onun gerçek hislerini kimse anlayamazdı, kocası da dahil! Ne kadar araştırma yapsam da, onu ne kadar izlesem de, bunu nasıl yaptığını hiçbir şekilde öğrenemedim. Belki de doğuştan gelen bir yetenektir… Ayşe teyzenin bunları bilerek yaptığını anlayabiliyorum ama sebebini hala anlayamadım.
Bunları düşünürken anlamadan 120. sayfaya gelmişim, tam da okuduğumdan anlamadığım için geri dönecektim ki, el yazısı ile yazılmış bir telefon numarası gördüm. Rakamları zorlukla çıkarabiliyordum. Rakamları anlamaya çalışırken bir yandan da bu telefon numarasını kimin yazmış olabileceğini düşünüyordum. Bu kitabı benden başka hiç kimsenin okumamış olması gerekiyordu. Kim yazmış olabilirdi ki? Bu el yazısı kimindi? Aklıma tam o sırada bu kitabı kimden aldığım geldi, Ayşe teyze. Tabii ya, 8. doğum günümde bana bu kitabı o vermişti. Hemen üzerime kalın bir şeyler aldım, hava çok soğuktu, kapıya yöneldim ve kendimi dışarı fırlattım. Şu anki oturduğumuz evle eski evimiz arası araba ile yarım saatti. Ben daha 17 yaşındaydım, bu yüzden ehliyetim yoktu, zaten olsa da ailemin maddi durumundan dolayı araba alacak gücümde yoktu. Kardeşimin ilaç parasını bile zor karşılıyorlardı, bazen ise hiç alamıyorlardı. Ben de apartmanın önünde duran bisikletlerden birini aldım. Bisikleti çalmıyordum sonuçta, işim bitince geri bırakacaktım. Bu soğuk havada sanki arkamdan atlı kovalıyormuş gibi pedal çevirmeye başladım. Terlediğimi hissedebiliyordum. Hasta olmama ihtimalim yoktu artık. Kendi kendime bunca çabam boşa gidemez diye düşündüm. Bir saattir pedal çeviriyordum ama halen Ayşe teyzenin evini bulamamıştım. Ayşe teyzeyi oradan geçen birine sormaya karar verdim, adam yaşlıydı o yüzden Ayşe teyzeyi tanıması olasıydı. Adama tanıyıp tanımadığını sordum, bana şu şekilde cevap verdi: “Ben otuz senedir bu mahallede oturuyorum ve Ayşe diye bir kadını tanımam. Sen doğru yerde olduğundan emin misin?” Evet, emindim, adamın yüzüne bakmadan geri eve doğru pedal çevirmeye başladım. Ne demek Ayşe diye birini tanımam! Annem gece vardiyasından eve gelmiş olmalıydı. Ona sormaya karar verdim.
Annemin ayakkabıları girişteydi, içeri daldım ve elimdeki kitabı sallayarak “Bu kitabı Ayşe teyze bana vermedi mi?” diye bağırdım. “İçinde bir numara yazıyor ve onu öğrenmek zorundayım.” dedim anneme. Annemin gözleri yaşla doldu, dondum kaldım olduğum yerde. Annem ayağa kalktı ve güçlükle bana sarıldı. Hüngür hüngür ağlıyordu. Elimdeki kitabı aldı. Annem kitabı elimden alır almaz, kitap bir anda ilaç kutusuna dönüştü ve annemin ağzından şu kelimeler çıktı: “Gerçekten elimden gelen her şeyi yapıyorum ama ilaç paranı çıkaramıyorum benim güzel oğlum.” Ne demekti şimdi bu? Üzerime baktım, üstümde incecik bir pijama vardı. Tabii ya, annem beni kardeşimle karıştırmıştı! “Anne ben Mert, Arda değil.” dedim üzülerek. Annem burnunu çekti ve “Arda da kim oğlum?” dedi… Masaya bir kere daha baktım, ilaç kutumun üzerinde doktorun telefon numarası vardı, ne oluyordu?..