Yaya geçidi lambasının kırmızıdan yeşile dönmesini beklemeden karşıya geçmeye karar verdi. Az kalsın karşıdan geçen mavi geri dönüşüm kamyonetiyle çarpışacaktı. Ama bunu ne şoför ne de Mert farketti. Biraz yürüdükten sonra nefes almak için mavi atkısını gevşetti. Az sonra yolunun üzerindeki parka doğru yürümeye başladı. Fazla acelesi yoktu ama eve geç dönmek istemiyordu.
Yarım saat sonra eve vardı. Kendine ve ailesine yemek hazırladı. Sofrada aralarında biraz sohbet ettiler. Emine Hanım, oğlu Mert’e:
—Oğlum iş çıkışı seni sokaktan geçerken gördüm. Az kalsın sana karşıdan gelen kamyon çarpacaktı. Ben de neredeyse kendimi kaptırıp öndeki araca toslayacaktım. Neden dikkatli değilsin?
—Farkında bile değildim anne!
—Ama sana bir şeyler olsaydı ne yapardım ben? Çok korkuttun beni!
—En azından daha sakin olabilir misin anne? Gerçekten çok yorgunum ve kulaklarım hala buz gibi… Yemeğimi yedikten sonra biraz uyumak istiyorum.
—Peki öyleyse, ama lütfen bir dahaki sefere dikkatli ol.
Mert dişlerini fırçaladıktan sonra yatağına kalan son gücüyle uzandı, yün yorganı üzerine örttü, az bir süre sonra da uykuya daldı.
Ertesi sabah erkenden okulun yolunu tuttu. Onunla pek konuşmasa da her gün kendisinden poğaça ve meyve suyu aldığı yaşlı bakkal amcaya selam verdi. Aldıklarının parasını verdikten sonra her zamanki gibi kol saatine bakar, küçük sarı çantasına aldıklarını yerleştirir yerleştirmez tabanları yağlardı. Aslında derse hep zamanında yetişirdi ama öğretmenlerin kendisini diğer öğrenciler gibi azarlamasını istemezdi. Mert bugün okula normalden birkaç dakika daha erken varmıştı. Kapıda duran arkadaşlarının yanından geçip hızla sınıfa girdi. Çantasını yerleştirdikten sonra arkadaşlarının yanına döndü, ilk ders ziline kadar konuştular. Öğle arasında kantinde okul sonrası halı saha maçı yapmayı düşündüler, ama sonra sinemaya gitmekte karar kıldılar. Dersler saatler yerine sanki yıllarca sürdü, ama artık özgürdüler. Sonuçta haftanın son günüydü ve biraz olsun kafa dağıtmak istiyorlardı.
Mert ve arkadaşları okul çıkışı ortaklaşa para toplayıp sinemada yiyecekleri lezzetli abur cuburları yol üstündeki büfeden aldılar. Bu arkadaş grubundan her sinemaya gidildiğinde birisi seçilir ve o kişi yiyecekleri sinemaya kadar taşırdı. Bu sefer sıra Mert’teydi ve boyu kısa olduğundan her zamanki gibi taşıdığı cips paketleri neredeyse tüm yüzünü kaplamıştı. Tüm grup film izlemek için sabırsızlanıyordu, o yüzden zaman kaybetmeden sinemanın yolunu tuttular. Yol biraz uzundu ama neyseki karşı mahallenin yolu gibi engebeli bir yokuşu yoktu, öyle olsaydı bile pek takmazlardı çünkü arada sırada gruptan birisi ya bisikletiyle artistik hareketler yapar ya da komik bir anısını anlatır, böylece yolda hiç kimse sıkılmazdı.
Kahkahalarla geçen yarım saatin sonunda sinemaya sadece önlerindeki yaya geçidi kadar bir uzaklık vardı. Mert arkadaşlarını bir anlığına unuttu, ve ışıkları da umursamadan karşıya doğru koştu. O sırada yoldan geçen otobüs şoförü Mert’i görünce fren yapmaya çalıştı, ama maalesef ona çarptı. Mert’in elinde tuttuğu tüm yiyecekler yola saçıldı ve az sonra şoförün çağırdığı ambulans Mert’i hastaneye götürdü.
Mert iki saatlik bir komanın sonunda gözlerini açtı. Karşısında oturan annesi hemen ona doğru koştu ve ona sımsıkı sarıldı. Emine Hanım:
—Oğlum, iyi misin, ne oldu sana?
—Galiba iyiyim, bana karşıdan gelen otobüs çarptı ve yere serildim, her yerim sızlıyordu. Birkaç dakika boyunca hareket edemedim. Sonra bir mucize oldu. Bir el usulca omzuma dokundu. Tüm sızılarım geçmiş gibiydi ama o elin kime ait olduğunu anlayamadım, çünkü o anda herkes bana şaşırmış ve korkmuş vaziyette uzaktan bakıyordu.
—Oğlum…
—Efendim anne?
— Bu ikinci kez.