Kafamı toparlayamıyordum. Bütün düşüncelerim yer ile bir olunca kırk parçaya bölünmüş bir cam parçası gibiydi. Beraber olmadıkları ve aynı işlev için çalışmadıklarında hiçbir şekilde yapmam gerekenleri düzgünce ifa edemiyordum. Meğer zihnim bana bir oyun oynuyormuş da asla bir yola varmamı istemiyormuş gibi hissediyordum. Sanki kafamın içinde bir benlik daha vardı, bambaşka fikirlere ve düşüncelere sahip olan bir benlik. Hatta ne biri, en az beş tane vardı! Hepsinin ağzından başka sözler, inançlar, değerler çıkardı. Birbirlerine itiraz ederlerdi. Lakin tek yaptıkları kavga etmekti, ortak bir sonuca varılmazdı asla. Bir mucize olur da ortak bir şey yapmaya karar verirlerse de aradan biri çıkıp “Ya yanlış olanı yapıyorsak?” derdi ve ortalık yine karışırdı.
Kafam böyleyken duygularımdan bahsetmeye, onları anlamaya asla yeltenmezdim. Dengesizdi çünkü onlar. Bir dakika için bile olsun ne arzuladıklarını bilmezlerdi. Bazen aynı anda ortaya çıkmaya karar verirlerdi canları istedikleri için. Ben de aralarından hangisinin asıl olanı olduğu bulmayı denerken nefes almakta zorlanır bulurdum kendimi. Hiçbir zaman mantıklı değillerdi, hep kafalarına göre davranırlardı. Yarattıkları bu belirsizlik beni korkuturdu, onlar üzerinden hiçbir zaman karar alamazdım. Ne yapabilirdim ki? Darmaduman olmuş bir kafa ile duygularımın “mantığına” mı kapılarak hareket edecektim? Kim bilir kontrolü onlara verseydim daha ne neler isteyecekleri benden onlara vermem için? Kafam nasıl daha da kötü bir hal alacaktı? Adeta korkuyordum onların güçlerinden ve bana yaptırabileceklerinden. Çünkü etrafımdakilere yaptıklarını, onların nasıl kör olduklarını ve onlara çektirdiklerini bizzat kendim görmüştüm. Nice insanlar kendilerini yitirmişti bu içindeki anlaşmazlıklarından.
Kafamın içinde bunlar dönerken de ben “normal” rutinime devam etmeyi deniyordum. Hiçbir sorun yokmuş gibi davranmaya gayret gösteriyordum. İnsanlar bana “Nasılsın?” diye sorunca tercihim hep “İyiyim.” deyip teşekkür etmek olmuştu. Ne diyecektim ki onlara? Ortada olan bir şey yoktu ki beni kötü hissetmeye iten. Daha kendi içimde bile adlandıramadığım düşüncelerim ve duygularımdan mı bahsetmeye başlayacaktım onlara? Ben de dahil olmak üzere kendilerinin nasıl olduklarını bilmeyenlere, başkalarının sadece nezaketen yahut geçiştirmek için sorduğu bu “Nasılsın?” sorusunu cevaplaması her zaman yorucu olmuştur. Bu soru çünkü olduğumuz durumu görmemek için o kadar uğraşmamıza rağmen sadece kısa bir süre için de olsa oraya bakmamıza yol açar. “İyiyim. Siz nasılsınız?” diyerek konuyu kendisinden saptırmak en kolay yoldur kurtulmak için. Lakin bazen öyle dolup taşanlarımız olmuştur ki bu soru karşısında dilinden kelimeleri dökemeden şelale misali olan gözyaşları akmaya başlardı. Ah, ne çekmişti acaba o güzel ruhlar bu duruma kadar düşmek için! Bir iç savaş nasıl ülkeyi içten içe yıkıyorsa; kalbinizin kafanız ile verdiği, artık kafanızın hangi benliği ya da benlikleri ile veriyorsa, muharebe de bir o kadar çökerticidir insan ruhu için.