Güneş hiç bu kadar parlak olmuş muydu? Saçları narin ve nazlı nazlı esen rüzgarla savrulurken elindeki kitabı yanındaki sehpaya bıraktı. Gözlükleri burun kemerini acıtmıştı. Yavaşça kemik çerçeveleri de sehpaya koydu. Etrafa bakındı. Oturduğu yerden yollar, kendi başına takılan evler ve kocaman binalar oldukça küçük gözüyordu. Balkonunun zeminindeki yapraklara baktı. Çiçekleri ruh halini yansıtır gibi çökmüştü ve artık yapraklarını dahi taşıyamayacak hale gelmişlerdi. Güz mevsimi ona hep sıra dışı ve mucizevi gelirdi. Kahverengi yorgun ağaç gövdeleri, dallarından toplanmayı unutulmuş kuytu köşede kalmış ve artık ömürlerinin sonuna gelmiş meyveler ve kırılmış toprak. Belki de bütün bu olaylar ona kendi hayatını anlattığı için severdi bu mevsimi ya da kendini öyle avuturdu. Bir kalıba uydurmak isterdi varlığını, sessiz ve upuzun kavak ağaçları kadar gizemli olmak isterdi.
Yavaşça ayağa kalktı. Balkonunun kapısını açtığı gibi eline anahtarını aldı ve ana kapıdan çıkıp gitti. Bakışları her ne kadar kararlı gibi gözükse bile elleri kaygısını belli ediyordu. Biraz yürüdükten ve insanlarla göz temasından kaçındıktan sonra nihayet istediği yere gelmişti. Eski olduğu gıcırdayan kapısından anlaşılan bir dükkân. Burayı her bu sokaktan geçtiğinde görürdü. Hep içeri girmek isterdi ama cesaretini toplamaktan yoksundu. Vitrindeki rengarenk bisikletler gözüne ulaşılamaz gelirdi. Gücünü topladı ardından gergin olduğu belli bir şekilde dükkândan içeri girdi. Nefesini tuttuğunu fark etmemişti bile. Kapıyı açtığı anda kafasının yukarısında bir melodi duydu. İrkildi, daha sonra yukarı baktı. Bu sesi çıkaran paslanmış ve asıl rengini kaybetmiş bakırdan yapılma bir çandı. Yutkundu. Sanki bütün gözler onun üzerineydi. Kimse onu umursamasa da bakışlardan kaçınarak en fazla ilgisini çeken tekerlekli yapıya yöneldi. Ahşaptan yapılma bir duvara asılmıştı. Bütün güzelliğini gösterişli bir şekilde sergiliyordu. Rengi gümüştü, lastikleri ise dişli… bir arazi-dağ bisikletiydi. Eskiden bisiklete çok binerdi. Küçükken özellikle en büyük hayali kocaman bir tanesine sahip olmaktı. Para bile biriktirmişti. Bunları düşünürken yanına yaklaşan adımları fark etmedi. “Bu çok özel bir bisiklettir. Ayrıca hafif ve konforludur, efendim.” Yanındaki görevli konuşmuştu. Adama bakmadan kafa salladı ve teşekkür etti. Uzun bir sessizlik sonrası adamın yeniden konuşmaya başlayacağını anladığında bir daha teşekkür edip hızlıca dükkândan çıktı.
“Yağmur yağıyor…” kendi kendine konuştu. Elini su damlalarını savuşturmak istermişçesine kafasının üstüne siper etti ve evine doğru hızlı olduğunu düşündüğü adımlarla koştu. Tıpkı bir fare gibi hissetti kendini. Etrafta ıslanmamak için kaçacak delik arayan bir fare gibi. Sonunda evine vardı. Uzun bir yol gibiydi ama epey kısa sürmüştü. Hava karardığı için elini lambasına attı. Düğmeyi çevirdi ama açılmıyordu. Bir kez daha denedi ama işe yaramadı. Elektrikler gitmiş olmalıydı. Yavaş adımlarla elini etrafta gezdirerek düşmeden bir mum bulmayı başardı. Cebinden çakmağını çıkardı ve muma yaklaştırdı. Ortalık az da olsa aydınlanırken mumun ucundaki alevi izledi. Kendi kendine yanıyor ve çevreyi gücü yettiği kadar aydınlatıyordu.” Bu kadar işe yaramak isterdim.” diye düşündü. İşe yaramazın teki olduğu düşüncesi bile onu sinirlendirmeye yetiyordu. Bir anda az evvel yaktığı muma güçlü bir rüzgâr gönderdi. Ne olduysa tam o an, mumları üflediği sırada oldu. Anın getirdiği birikmiş duygularla masaya tekme atığı gibi kendini yerde bulması bir olmuştu.
Gözlerini açtı. Heyecanla ayağa fırladı. Dikkatli adımlarla evden çıktı ve sırıtarak komşu dairenin bisikletini aldı. Sıcak havanın ve annesini dinlemeyip geç yatmasının da etkisiyle bugün biraz yorgundu. Buna rağmen küçük çalı gibi bacaklarını hızlıca pedalların üzerinde hareket ettiriyor gülerek bihaber sokaklarda geziyordu. Sonra arkadaşını gördü. Arkadaşıyla bugün bahsettikleri yerde buluşacaklar ve daha önce hiç bisiklet sürmedikleri ana caddede bisiklet süreceklerdi. Oldukça heyecanlıydı. Onun yanına sürdü. Arkadaşı üzerinde olduğu bisikleti sürdü ve küstah bir o kadar da kibirli tavrıyla bisikletin kimin olduğunu sordu.” benim…” yalan olduğu çok belli bir ses tonuyla konuştu. Arkadaşı sırıttı. Belli ki bir oyun oynamak istiyordu. Ona meydan okudu. En hızlı belirledikleri noktaya ulaşan diğerinin bisikletini kullanabilecekti. Önce biraz tereddüt etti. Sonuçta onun kendi bisikleti değildi ve arkadaşının bisikleti de çok pahalı bir markaydı. Ama eğer o kazanırsa arkadaşından aldığı bisikleti komşusuna verebilir ve böylece izin alarak onu kullanabilirdi. Çocuk aklı işte. Daha fazla kafa yormadan meydan okumayı kabul etti. Arkadaşı şaşırmış görünüyordu. Sonra başlangıç noktasına gittiler. İkisi de hazırdı. Birden üçe kadar sayıp pedalları çevirmeye başladılar. Etraflarındakiler silik silik görünürken daha da hızlandılar. Gülüyorlardı ama dikkatsizlerdi. Sonra arkadaşının kendisine bağırdığını duydu. Anlamayıp çocuğa döndü ve işte o anda birden kendini havada buldu. Anında yere kapaklandı ve etraftaki sesler boğuklaşmaya başladı. Kafasındaki basıncı hissederek gözlerini açtı. Anlamaz bir ifadeyle etrafına bakındı. İnsanlar ayin yapar gibi etraflarına toplanmıştı. Sonra birini gördü. Tanıdık bir simaydı. Yerler gelincik çiçeğinin kan kırmızısı rengine bürünmüştü. Bir örtü gibi arkadaşının vücudunu örtüyordu. Korkuyla sıçradı. Gözbebekleri dahi titriyor olanları algılamaya çalışıyordu. İnsanların korku dolu ifadeleri onu iyice olduğu yerde derine gömerken elleriyle kulaklarını kapadı ve şokla öylece durdu.
Göz kapağına ulaşan rahatsız edici ışıkla kafasını yerden kaldırdı. Ter içerisinde kalmıştı. Kafası acıyordu. “Düşmüş olmalıyım.” Eliyle acıyan yeri okşarken gördüğü halüsinasyon zihninde belirdi. Çocukluğunda yaşadığı ve asla unutamadığı olayı sanki bir daha yaşamış gibiydi. O olaydan sonra bir daha asla bisiklete binmemişti. Arkadaşı iyiydi ama artık evden çıkmasına izin olmadığı için görüşememişler ve öylece yarım kalmışlardı. Sonra da araları açılmış ve bu seferde kendi istekleriyle görüşmemişlerdi. Özür bile dileyememişti. Ne kadar suçlu hissetse bile o zamanlar arkadaşını suçlamaktan da kendini alamamıştı. Ayağa kalktı, gerçekliğe döndü. Elindeki mum yerde yatıyordu ve erimişti. Ona uzun bir süre baktı. Ağaçlar ve yapraklar bitmiş şimdi ise kendini yerde ziyan olmuş sefil bir mum gibi hissetmeye başlamıştı. Eriyen anıları, yanıp tutuşan ve bir çıkış yolu arayan küçüklüğü…Sanki yerde can veriyordu. Sonra aklına bugün gördüğü o bisiklet geldi. Alnındaki kırışıklar çözüldü birden. Eğer o arazi bisikletini alabilirse kimseye çarpma gibi bir durum söz konusu olmayacaktı. Çünkü onu insanların olmadığı alanlarda sürecekti. Bu düşünceyle yerinde fırladı. Kapıya doğru bir adım attı. Gözlerini olabildiğince açtı ve arkasına bakmadan evden bir hızlıca çıkıverdi. Derin derin nefesler alıyor kendini hiç olmadığı kadar tetikte hissediyordu. Eski dükkânın önünde durdu. Neredeyse kapanmak üzereydi. İçeri bir hışımla girdi, görevliden o görkemli bisikleti istedi. Bunu yaparken artık bazı detaylara dikkat etmemeye başlamıştı. Dükkânın sahibi onunla konuşuyor o ise hayatını bir kez daha gözden geçiriyordu. Bunca yıldır insanların gözüne bakamaması, en ufak bir iletişimde bile stres olması neredeyse hepsi uçup gitmişti. Çünkü artık kendini bir suçlu gibi hissetmiyordu. Eskiden beri bir arabaya ya da kendi kullandığı hiçbir şeye binememesinin asıl nedeni insanlara zarar verme korkusu ve devamında getirdiği suçluluk duygusuydu.
Yarım kalan işi tamamlama vakti olduğunu düşündü. O kadar zaman aklına bu fikrin gelmemiş olması onu bir kez daha pişman ederken şimdi elindeki bisikletiyle kimsenin olmadığı bir yola girmişti bile. Yerler yağmurdan dolayı çamurluydu ama zaten kendisi bu yüzden istemişti bu tekerlekliyi. Pedallara ayağını koydu. Tarif edilemez bir duyguyla yüzleşiyordu. Ayağını bastırdığı gibi ilerlerken kalbi küt küt atıyordu. O kadar uzun zamandır binmiyordu ki neredeyse unutmuştu nasıl hissettirdiğini. İlk başta afalladı sonra ona yetişebilen yoktu. Hiç olmadığı kadar özgürdü. İçinden ağlamak geliyordu. Sonra frene asıldı ve durdu. Yıldızların altında düşüncelere daldı. Tıpkı yıldızlar gibi yalnız ama görkemli, kavak ağaçları kadar sessiz ve huzurlu veya bir mum gibi kendi kendine yanıp eriyen biri olabilecekti.