Hepimizin kulak aşinalığının olduğu bir söz: “İnsan sosyal bir hayvandır”. Bu söz esasen günümüzden binlerce yıl önce yaşamış ünlü filozof Aristoteles’e aittir. Binlerce yıl önce yapılmış olsa da son derece doğru bir tespittir. İnsanlar varlığının her sürecinde gruplar olarak yaşamıştır. İnsanın doğasında bir gruba aidiyet hissiyatı vardır. Ve elbette “grup olmak” kavramının doğası gereği de her grubun liderleri vardır. Gruplar halinde birlikte yaşayan insanlar ve onları yönetenler…
Ancak ne yazık ki tıpkı günümüzde olduğu gibi insan, varlığının her döneminde güç elde ettikçe yoldan çıkan ve ideallerinden sapan bir varlık olmuştur. Bunun için de toplu şekilde yaşayan bu sosyal hayvanlar varlıklarının her döneminde, içinde bulundukları bu grupların liderlerine aşmamaları gereken sınırlar çizmiştir. Böylece ortaya onlarca farklı yönetim şekli çıkmıştır.
Peki ya global çerçevede bütün insan halkı tek bir yönetim şekliyle yönetilecek olsaydı bu hangi yönetim şekli olurdu? Monarşi? Oligarşi? Meşrutiyet? Diktatörlük? Parlamenter sistem?
Bana göre bu sorunun cevabı yazımın başında sözünü kullandığım filozof Aristoteles’in geliştirmiş olduğu yönetim biçimi aristokrasidir. Aslına bakarsanız aristokrasinin sözlük anlamı: “Aristokrasi ya da soylu erki, iktidarın imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu siyasi hükümet şekli.” olarak geçer. Aristokrasi terimi Yunancadan diğer dillere geçmiştir. Fakat Aristokratik yönetimin ilk örneklerini Hindistan’daki Brahman sınıfında, Çin’deki Shang ve Zhou hanedanlığında görmekteyiz.
Aristoteles ve Platona göre bilge kral yönetim sisteminden sonra en mükemmel yönetim aristokrasidir. Yunanlılara göre her mesleğin uzman olduğu bir alan vardır ve aklı başında her kişi işini en iyi yapan uzmana başvurur. Nasıl ki hastalanınca doktora, ayakkabı almak için ayakkabıcıya veya masa yaptırmak için marangoza gidiyorsanız ülke yönetimi için de işin uzmanına gitmelisiniz. Bu uzmanlar diğer insanlara göre işin ehli olduğu için siyasal sistemi en iyi şekilde yürütebilir. Ayrıca bu dönemdeki aydınlar, sıradan halk temsilcilerinin sırf belagat yeteneğine sahip olması nedeniyle yönetime geldiği demokrasi sistemine de karşı dururlar. Çünkü onlara göre, doktor gibi konuşabilme yeteneğine sahip olduğu halde, doktorluktan anlamayan birine tedavi olmak ne kadar saçmaysa, yönetimden hiç anlamadığı halde sadece iyi konuştuğu için sıradan ve bilgisiz birini yönetime getirmek de aynı oranda saçmadır. Antik dönemdeki filozoflara göre aristokratlar erdemli olmak bakımından diğer insanlara örnektirler. Roma döneminde aristokratlık soy ile diğer nesillere aktarılan bir statü olmuştur.
MÖ 384 yılında doğmuş Aristoteles’in ortaya attığı bu siyasi fikir ondan yüzyıllar sonra doğacak olan Rousseau tarafından geliştirilmiştir. Rousseau, fikirleri Fransız Devrimi’ni etkilemiş filozoftur. Haklısınız, Fransız İhtilali’nin ortaya çıkmasını tetikleyecek fikirlere sahip bir düşünürün aristokrasiyi desteklemesi ilk başta insana biraz komik geliyor. Ancak Rousseau’ya göre aristokrasi, “doğal aristokrasi”, “seçimli aristokrasi” ve “soy aristokrasisi” olmak üzere üçe ayrılıyordu.
Tahmin edebileceğiniz gibi soy aristokrasisi, ülkeyi yönetecek kişilerin kan bağı ile belirlenmesinden ibarettir. Seçimli aristokrasi -ki bu, Rousseau’nun favorisi olan yönetim şeklidir- ise halkın kendini yönetecek insanları seçebiliyor oluşudur. Rousseau’ya göre seçimli aristokrasinin en iyi yönetim şekli olmasının başlıca sebeplerinden biri, bu yöntemle insanların kendilerini yönetecek insanları seçebiliyor ve böylece en doğru şekilde yönetildiklerine inanıyor olmalarıdır. Rousseau’nun aristokrasinin bir diğer şekli olarak gösterdiği diğer yönetim şekli ise Amerika Birleşik Devletleri’nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson’ın desteklediği yönetim şekli olan doğal aristokrasidir. Doğal aristokrasiye göre başa geçmesi gereken insanlar doğuştan liderlik ve yöneticilik vasfı olan insanlardır.
Benim bu konudaki şahsi görüşümse Thomas Jefferson’ın fikriyle benziyor. Bana göre bir ülkeyi yönetmek için o ülkenin başına geçecek kişi liderlik konusunda yetenekli olmalı ve bu konuya ilgi duyup bunun eğitimini almış olmalı. Günümüzde çocukları doğru alanlara yönlendirmek amacıyla yaptığımız çocukların yeteneklerini belirlememize yarayan birçok test mevcut. Bu tür testlerle bu konuda yetenekli olan çocukları tespit edip onları bu alanda teşvik etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Günümüzde olanın tersine bu konularla bunun eğitimini almış insanların ilgilenmesi gerektiğini destekliyorum. Ancak kişisel düşüncemin Thomas Jefferson’ın düşüncelerinden ayrılıp Jean Jacques Rousseau’nun düşünceleriyle benzeştiği bir nokta da var. Daha önce de belirttiğim gibi çok fazla güç tek bir insanın elinde olduğu zaman insanı benliğinden uzaklaştırabilecek çok tehlikeli bir unsurdur. Bunun en iyi örneklerini George Orwell’ın distopik bir eseri olan “1984” adlı romanında anlatılan kendine karşı çıkan herkesi öldürten, değişen savaş şartlarına göre geçmişte yapılmış bütün gazete haberlerini lehine değiştirten ve insanları durmadan hipnoz yöntemiyle etkisi altına alan Büyük Birader isimli karakterde görebiliyoruz. Bu yüzden bana göre ülkenin başına geçebilecek yetenekli insanları belirleyip bunun için eğittiğimiz insanların arasından halk oylarıyla seçmeliyiz. Aksi halde bir halka hiç söz hakkı vermeden o halkı yönetmeye çalışmak elde ettiği güçle ideallerinden sapan bir lider ve ne yaparsa yapsın bu durumun önüne geçemeyen bir halk anlamına gelir. Böyle bir durumda George Orwell’ın bir başka romanı “Hayvan Çiftliği”nde anlattığı gibi bir son kaçınılmazdır. Bu romanda Stalin Rusya’sına gönderme yapan George Orwell, çiftliğin başına geçen domuzların ilk başta belirledikleri kurallardan biri olan “Bütün hayvanlar eşittir.” kuralını “Bütün hayvanlar eşittir ancak bazı hayvanlar daha fazla eşittir.” olarak değiştirip nasıl insanlar gibi canileştiğini anlatır. Öte yandan sadece ülkenin başına geçecek insanın eğitimli olmasının da ideal bir yönetim şekli için yeterli olacağını düşünmüyorum. Aynı zamanda ülkeyi yönetenlerden biri olmak için eğitilmiş bu kişilerin arasından hangisinin başa geçip en yetkili kişi olacağını seçecek olan seçmen de bu konuda doğru bir karar verebilecek kadar eğitimli olmalı. Hangi kesimden veya hangi sosyal gruptan olduğu fark etmeksizin oy verecek insanların; adaylar, ülkenin anayasası ve yönetimi hakkında yeterli bilgiye sahip olup olmadığı test edilmeli ve bu konular hakkında belli bir bilgi seviyesine sahip olan insanların oy kullanılmasına izin verilmeli. Aksi takdirde “1984” romanındaki Büyük Birader gibilerin hipnoz ederek etkisi altına aldığı cahil çoğunluk yüzünden derbeder olan ülkelerde daha nice beyin göçleri yaşanır ve suçsuz insanlar bu durumun ceremesini çekmek zorunda kalır.
Farkındayım, bu anlattıklarım birçoğunuzun gözünde yalnızca hayallerden oluşan bir ütopya. Asla gerçekleşmeyecek gibi geliyor. Fakat Biz birlikteyken ve topyekün mücadele ederken bizim önümüze geçebilecek kimse yok. Bunu her daim hatırlamanız dileğiyle…
KAYNAKÇA
http://thedictators.blogspot.com/p/joseph-stalinin-hayat.html
Natural or Elective Aristocracy?