Güneş ilk ışıklarını buluşturdu yeryüzüyle. Geceden beri devam eden fırtına yeri göğü inletmişti adeta. Ben gökyüzünün gözyaşını da öfkesini duyurmaya çalıştığı bağırışlarını da anlıyordum çünkü ben de böyleydim. Bir gün güneş açardı içimde ertesi gün ise bulutlar kaplardı dışımı. Uyandığımda ilk işim perdeleri açmak oldu. Güneş ışıklarının odamı aydınlatmasına izin verdim. Ardından oturdum yine düşüncelerimle baş başa kalmıştı aklım belli ki. Genellikle beni ele geçirmelerine izin veririm, bu sefer de öyle yaptım ta ki annemin tiz sesini duyana kadar. Kahvaltı yapmam için beni çağırıyordu, ona birazdan geleceğimi söyledim. Mütevazi bir hayata sahiptik. Köyde yaşadığımız için her günümüz bir öncekinin tekrarı olarak geçiyordu. Çok sosyal olduğum söylenemezdi köyden birkaç arkadaşım dışında bel bağladığım kimse yoktu. Genelde vaktimi odamda yalnız başıma geçirirdim. Daha 14 yaşındasın ne yaşanmışlığın var ki diyor olabilirsiniz içinizden, düşünmek için bir şeyler yaşamam gerekmiyor ki. Bazen kendimi evin çatlak duvarlarına bakarken buluyorum, evimiz genellikle sıcak olur ama benim kalbim çok üşüyor. Tüm bunları yaşamamı iki yıl önce kaybettiğim kardeşime bağlıyorum. İki elmanın bir yarısı derler ya işte biz öyleydik. Geceleri karanlıkta kaybolmaktan korkar, yanıma gelirdi. Her işimizi birlikte yapardık, beraber kitaplar okur sonra bunları tartışırdık. O aramızdan ayrılalı bir daha kitap yüzü açmadım. Ailem her ne kadar bana belli etmeseler de onlar da üzülüyor, farkındayım.
Bugün onu kaybedişimizin 2. yılı. Her gün daha da ağırlaşıyor üzerimdeki yük. Zaman her şeyin ilacı derler ya ben de alışıyorum galiba. Artık gerçeklerle yüzleşmelisin diyor içimdeki ses. Beynim de o sese hak veriyor. Ani bir şekilde 2 yıldır adımımı bile atmadığım rafları tozlu kütüphaneye gitmeye karar verdim. Hızlıca kahvaltı edip evden çıktım. Rüzgar da bu kararımı onaylıyordu sanki, melodisiyle kulaklarımda çınlıyordu. Kütüphanenin girişinde boyası çıkmış ahşap bir kapı karşıladı beni. Kapıyı açmaya çalıştım ama titreyen elim buna müsaade etmiyordu. Tüm havayı içime çektim, kendimi sakinleştirdim ve usulca içeriye girdim. Kütüphanede in cin top oynuyordu resmen, kimsecikler yoktu. Pek aldırış etmedim ve kendimi kitapların eski kokusuna bıraktım. Etrafta gezinirken bir kitap ilgimi çekti, kitabın kapağındaki çiçek kardeşimin en sevdiği çiçekti. Kitabın ismini okumaya çalıştım ama eskidiği için harfler kaybolmuştu. Ona uzanırken yere düşürdüm. Tam o sırada gözlerim karardı ve yere baktığımda kitabı göremedim. Her yerde aramama rağmen sanki yer yarılmıştı da içine girmişti. Umutsuzluğun pençeleri arasında sıkışmış, dükkandan çıkmaya hazırlanıyordum ki arkamdan bir ses “Bunu mu arıyorsun?” dedi. Korkuyla arkamı döndüm. Yaklaşık benim yaşlarımda şeker diyarından fırlamış gibi görünen bir kız duruyordu karşımda. “Evet” dedim kendimden emin bir şekilde. Kız bana doğru yaklaştı ve kardeşimi anımsatan gülümsemesiyle “Benim adım Sakura, benimle küçük bir yolculuğa hazır mısın?” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim, daha ağzımı açamadan kendimden geçmiştim. Gözlerimi açtığımda uçsuz bucaksız bir vadideydim. Etrafımdaki ağaçlarda kitap kapağında gördüğüm çiçeklerden belki de milyonlarca vardı. Arkamı döndüm, bir insan topluluğu fark ettim. Onlara doğru yavaş adımlarla yaklaştım. Hepsi birbirinden farklı çiçekleri temsil ediyor gibi giyinmişlerdi. O sırada yanımda yine Sakura belirdi. Elinde bir mikrofon vardı ve insanlar ona doğru bakıyordu. Tüm gücüyle “7. Acem Borusu Feltivali’ne hoş geldiniz!” dedi. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken coşku dolu insanların alkışları içimdeki mumu yaktı. Uzun zamandır yapamadığım şeyi yaptım: gülümsemek. Sakura ortamın durulmasına izin vermeden “İlk etabımız acem borusu toplama, hazır mısınız?” diye devam etti. Herkesin heyecanı yüzünden okunuyordu. Sakura yarışmaya benim de katılabileceğimi söyledi. Kalbim yerinden çıkacaktı sanki. Geri sayımla beraber yarışmaya başladık. Her ne kadar yarışma da olsa acem borularını incitmeden toplamaya başladım fakat çoğu insan benim gibi düşünmüyordu. Sanki hem çiçeklerin hem de ağaçların canı yokmuş gibi saldırıyorlar, dallarını kırıyorlardı. Toplamaya devam ederken duymak için özel bir çaba harcanması gereken minik bir ses ilişti kulağıma. Elimdeki çiçek konuşuyordu, başta sadece hayal gördüğümü düşünsem de burada olduğumu hatırlayınca minik sesi dinledim. Pek anlaşılmasa da “Teşekkür ederim.” dedi. Ona baktım ve küçük yaprağını okşadım. Ardından herkes gibi çiçekleri toplamaya devam ettim. Yarışma bittiğinde kazanan 25-30 yaşlarında bir kadın olmuştu. Kadın her ne kadar mutlu görünse de acem boruları için aynı şey söylenemezdi. Sakura yine mikrofonunu eline aldı ve “Şimdi herkes elindeki çiçekleri gökyüzüne fırlatsın.” dedi. Onları nazikçe bıraktım ve süzülüşlerini izledim. Göz açıp kapayıncaya kadar bütün çiçekler ağaçlardaki yerlerini almışlardı. Yarışmanın ardından kısa bir yemek molası verdik. Bu molada Sakura ile bol bol sohbet ettik. Herkes yemeğini bitirdikten sonra sıra ikinci yarışmaya gelmişti. Hayatımda hiç olmadığım kadar heyecanlı hissettim kendimi. Sakura mikrofonu aldı ve “İkinci etabımızda kırmızı bayrak ile işaretlemiş bölgeye ilk ulaşan kazanacak, başlayın!” diye bağırdı. İşte kendime en güvendiğim konu hızdı. Tüm gücümle koşmaya başladım, bu benim için çantada keklikti. Düşündüğüm gibi yarışmanın kazananı ben olmuştum.
Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Gökyüzünün büyüleyen renkleri birbirine karışıyordu. Yarışmanın sonlarına yaklaşıyorduk. Sıra en zor etaba gelmişti. Bu etap bir bilgi yarışmasıydı. Herkes elindeki kağıda cevabını yazacak ve soruları doğru bilen kişi kazanacaktı. İlk soru bulunduğumuz yerdeki acem borularının renkleri ile ilgiliydi. Diğer iki soru da tıpkı ilki gibi oldukça basitti ve herkesin yapabileceği düzeydeydi. Sıra son soruya gelmişti. Sakura heyecanını gizleyemeden “Hazırsanız sorumuzu söylüyorum, acem borusu çiçeğinin anlamı nedir?” dedi. Tam o sıra kalbimde bir acı hissettim ve gözümün önünde kardeşim belirdi. Evet, sorunun cevabını bilmiyordum ama artık bir fikir vardı aklımda. Gözümden akan damlalar yanağımdan aşağıya süzülürken kalemi elime aldım ve kağıda o anlamlı sözcüğü yazdım: özlem. Soruyu tek doğru bilen bendim, ağlıyordum sevinçten mi yoksa üzüntüden mi bilemesem de. İçimde bir mutluluk hissettim çünkü her ne kadar kardeşimi göremesem de o benim kalbimin tam ortasındaydı, onu hissediyordum. Sakura ile birbirimize sarıldık. Gözlerim yavaş yavaş karardı ve kendimi her şeyin başladığı yerde buldum. Elimde bir acem borusu çiçeği vardı. Kokusunu içime çektim ve ayağa kalktım. Üstümü başımı silkeledim, kütüphanenin kapısının önüne geldim. Yaşadıklarımın beynimin bir kurgusu olup olmadığını bilmiyordum. Artık bu mühim değildi. Evet, belki de hayatımın sonuna kadar her konuda destek olacağım kardeşim yoktu yanımda ama birbirimizden ne kadar uzaktaysak o kadar yakınız. O yaşamasa da ben onun için yaşayacaktım. Kardeşimin hayallerinin ve umutlarının batan bir gemi gibi yok olmasına göz yumamazdım. Düşüncelerimi netleştirdikten sonra kapı kolunu tuttum ve içimden “Her son bir başlangıçtır.” diye tekrarladım.