Sokakta yürüyordum. Hava sanki beni anlatıyordu. Benim bu karışık ruh halimi. Merak içindeydim aynı hava gibi. Acaba nasıl hareket etmeliydim. Havada bunu bilmiyor olmalıydı ki güneşli mi olsa, yağmurlu mu olsa, soğuk mu sıcak mı karar veremiyordu. Sonunda deniz kenarındaki kahveme varmıştım. Hava soğuktu belki, insanlar kalın giyinmişti fakat ben hiçbir şey hissetmiyordum aksine yüzüme vuran, saçlarımı savuran, dudaklarımı kurutan ve gözlerimi kapamamı sağlayan bu rüzgar hoşuma gidiyordu. Denize en yakın masaya oturdum, yüzünde hayatın getirdiği izleri taşıyan kahve sahibi getirdi çayımı. Sıcak bir gülümsemeyle uzaklaştı. O gülümseme de o kadar çok şey saklıydı ki istemsizce gülümseyiverdim. Anlayış vardı o tebessümde sanki, bana ne olursa olsun yıkılma güçlü dur diyordu. Ya da benim bunu duymaya ihtiyacım olduğu için öyle gördüm bu gülümsemeyi. Daha sonra kendimi o deniz sesiyle tek başına bıraktım. Saatlerce baktım denize, gelip geçen gemilere. Sonra artık düşünmem gerektiğine karar verdim. Nasıl bir yol izleyeceğimi düşündüm. Tarttım kendimi. Yarına kadar karar vermem gerekiyordu. Kimde kalacaktım. İkisini de istemiyordum. Büyüktüm, evet mantığım kabul ediyordu ve seçmem gereken kişiler belliydi gerçekleri seçmeliydim ama içimde büyümesinin hiç istemediğim o çocuk kabullenemiyordu. O hala eve geldiğinde onu karşılayan tek olan ve gerçek olduğunu sandığı anne babayı istiyordu. Bir yanım merak içindeydi acaba nasıllardı, bir yanımsa öfke neden değiştirdiler hayatımı. Ama garip bir şekilde bu soruların cevabıysa öğrenmek istediğim son şeydi.
Bir an düşünürken o güne döndüm. Bir eve gitmiştik annem ve babamla. O evde kapısı kapalı olan tek bir oda vardı. Sanki girilmez der gibiydi. Belki de içime doğmuştu. Daha sonra tekrar annemlerin olduğu odaya gittim. Herkes çok gergindi. Sanki benim oturacağım koltuk önceden belirlenmiş gibiydi. Annemin gözünde ise oraya oturmamam gerektiğini okuyordum. O bakışı ömrüm oldukça unutabileceğimi sanmıyorum. Oturmadım oraya, o koltuğun karşısına gidip annemin başında durdum. O anda o kadının gözlerinde bir yenilgi vardı. Bunu ancak şimdi anlıyorum. Daha sonra çok oturmadan kalktık. Annem sanki çok mutluydu, neşeliydi ve o bir zafer kazanmıştı. Şu anda görüyorum savaşı. Sanki o an içimdeki cılız bir ses beynimin kıvrımlarındaki o girilmez yazan kapıyı araladı. Sorguladı o dar eşikten gördükleriyle beni. Ne oldu? Bir an aklımdan o ihtimal geçti ama inanmadım veya inanmak istemedim hiç bir fikrim yok. Ayrıca çok saçmaydı onlar benim annem ve babamdı nokta. Günler geçtikçe açmaya çalışıyordum o kapıyı. Sanki o kapıyı karşı taraftan çok güçlü biri itiyordu ve bu çok işime geliyordu, değil zorlamak bazen o kapıyı açmaya çabalamıyordum bile.
Beklemediler beni. Olayları kavramamı. Kendi içimde çözmemi ve alışmamı. El birliğiyle ittirdiler kapıyı bu sefer de bakamadım içeriye. Üzerinden bir az geçince “Girilmez!” yazan kapıyı ardına kadar açmış bulundum. O kapının ardında o kapıyı ittirenlerin annem ve babam olduğunu öğrendim. Ama birini daha gördüm. O benim bittiğim noktaydı aynı zamanda seçmem gereken kararı anladığım noktaydı. O bendim. İçten içe bilmek istemiyordum o kapının ardındakileri. 1 hafta olmuştu o kapıyı açalı ve ben o günden beri düşünüyormuş gibi yapsam da düşünemiyordum. Bu kadar şey yetmezmiş gibi birde benden karar verilmesi bekleniyordu. Yeni yaşayacağım yeri seçmem gerekiyordu. Bir tarafta hep gerçek bildiğim bir yuva, bir tarafta ise yeni öğrendiğim gerçek yuva vardı.
Artık verdim kararımı. Ben içimdeki o büyümemiş çocuğu dünyaya getirenleri değil, o üzgünken elini tutup onun başını öpen, o korkmuşken ona sarılan, onun için fedakarlık yapan kişileri istiyordum. Yani gerçek ailemi.