İnanış dediğimiz ne ki, neye ki? Neden inanırız ve bu tam olarak ne sağlar? İnanınca ne elde ettik?
İlk zamanlardan beri insanlar inanacak bir sebep bir nesnenin yoksunluğunu çekerler. Bunun sonucunda ise bir şey bulurlar. Ya bir nesne ya da bir biçim, inanış biçimi. Zaman ilerledikçe de bu şeyler resmiyete dönmüştür iyice. Bir ayrımcılık sebebi, yönetim biçimi, kontrol değişkeni olmuştur. Yani bizi zihinsel olarak rahatlatan bir şeyden aniden zihin canavarına dönüşmüş bizi kontrol eder hale gelmiştir. Çünkü inanç yanında kurallarıyla beraber gelmiştir ve bazıları biz insanların mantık çerçevesine uymaz ve düşündürür.
Bu düşünme süreci oldukça stresli ve sorgulayıcı geçer. Sonunda ise nasıl başladığınızı unutur neye inanacağınızı şaşırırsınız. Sonra dön tekrar başa. Bir arpa yolu boy kat edemeden bir de şimdi o yola ön yargıyla başlayacağını fark edersin.
Şimdi o gördüğün konfor alanı, sığınağın bombalarla dolu bir bubi tuzağına dönüşmüştür. Seni birçok açıdan kölesi yapmıştır. İnancın yanında seçtiğin kuralların altında tam inanmayı seçersen köle gibi hissedebilirsin kendini, belki biraz kısıtlanmış. Ama bak rahatlığa ulaştın. Ya da ulaştın mı?
Hadi diyelim büyün şartları kabul etmeden biraz da kendi yorumunla devam ettin yoluna. İçin rahat mı? Şu anda inanıyorsun ama neye? Yarım yamalak bir yoruma. Huzur var mı içinde? Kölesi olmak zorundaymışsın gibi hissettin mi?
Bunu sorgulamak bana düşmez. Senin hayatın, senin kararların. Ama şunu bil ne karar verirsen ver sonunda inanç seni ne kadar huzura erdirse de kölesisindir artık onun. O olmasa bile kendi inançlarının.