Atkımı boynuma sararken soğuk parmaklarım boynuma deyince titredim. Evimin önünde diz boyundaki karın içine batmış, her geçen saniye bir uzuvumun kırılıp yere düşmesinin daha da mümkün olduğunu seziyordum. Gökyüzü koyu bir gri rengiydi ve yıldızların yokluğunda geceyi hissetmek güçtü. Ayağıma terlik giydiğime anında pişman olmuştum fakat yeni botlarımı ıslatırsam ailemin diyeceklerinden korkuyordum. Ayaklarım ıslansa da nasılsa kurur diye düşünerek karın içine adım attığım an yanağımın içini ısırarak soğuğun getirdiği acıyı hafifletmeye çalıştım, buna rağmen her şey güzeldi. Güneşin rahatsız edici parlaklığı, insanların bezginlik getiren gürültüsü… İçten içe sıkılmama yol açan etkenlerin yokluğu beni anlık huzur ve refah hissine boğmuştu. Sanki sonsuza kadar o anda yaşayabilirdim.
Biraz ilerleyince karın kürenmiş olduğu ana yola çıktım, burada yürümek daha kolaydı. Etrafta in cin top oynuyordu sanki. Bir kaç ay önce her gün uğradığım bakkalın kepengi hem mecazi hem de gerçek anlamda kapanmıştı. Sahibi güler yüzlü, nazik ve çok çalışkan 50’li yaşlarında bir amcaydı ve yaklaşık iki ay önce hırsızlığa uğradıktan sonra işinden olmuştu. Artık grafittiyle ve kuş pisliğiyle kaplı olan dükkanın görüntüsü eski sahibinin emeklerinin boşa gitmesinin, hakkının yenmesinin sembolü gibi orada dikildiğinden içimi acıtıyordu. Donan ellerimi cebime koydum ve sanki ağırlaşmış olan kalbimi göz ardı ederek oradan uzaklaştım.
Zaman geçtikçe hava kararmak yerine gökyüzü daha da beyazlaşıyor, kar yağışı yoğunlaşıyordu. Tonlarca kar tanesinin yere aynı anda düşüp neredeyse hiç ses çıkarmaması tuhaf bir şekilde rahatlatıcıydı. Sonunda kendimi yerdeki karın hiç ayak değilmemiş olduğu boş bir arazide buldum. Yorgunluğuma yenik düşüp kendimi kar yatağının içine attım. Ellerimi karnımın üstünde dinlendiriyor, büyüleyici bir sakinlikle bana doğru düşen kar tanelerini seyrediyordum. O anda her şey basitti ve soğuğa rağmen hayatımda olmadığım kadar mutlu hissediyordum. Sanki sonunda evdeydim. Güvendeydim, rahattım ve hiç bir endişem yoktu. Uzun süredir ilk defa içtenlikle gülüyordum. Hüzünlü bir sevinçle ağzımı açıp dilimle kar tanelerini yakalamaya çalıştım. Bu boşlukta kahkalarla gülerken bir anda gözyaşlarına boğuldum. Düşüncelerim sanki açılan bir baraj kapağıdan fışkıran sular gibi aklımı hızla doldurmuş, hissetmeye ihtiyacım olan fakat o ana kadar fark edemediğim tüm duygularım bir anda canlanmıştı.
Okul, iş, günlük yaşam… Hepsinin getirdiği stresten dolayı yavaşça kendimi kaybettiğimi fark ettim, o noktada kim olduğumun ipini kaçırmıştım ve açıkçası bunun kimse açısından önemli olduğunu söyleyemezdim. Hiç kurtulamayacağıma inandığım bu yükten kurtulmak üzereydim sanki. Uzak ve imkansız görünen bir şey bir anda yakın ve mümkün olabilir ve bunu o zaman idrak etmiştim. Adeta sonsuz bir huzura kavuşuyordum. Bilincim havadaki kar tanelerine karıştı ve görüşüm sanki gözüme siyah mürekkep dökülmüşçesine yavaşça karardı. Belki yaşamak o kadar da kötü bir deneyim olmamıştı.