Hülya Kapısı

O gün kapıyı açmasaydım belki de hayatım hiçbir zaman değişmeyecek, her zaman monoton bir hayat sürmeye ve modern dünyanın sıradan bir bireyi olarak yaşamaya devam edecektim.

Her şey arkadaşlarımın beni terk edilmiş bir evin tavan arasını gezmeye çağırmasıyla başladı. Evin olduğu yere geldiğimizde evin korkunç ama ilgi çekici bir enerjisi vardı. Ev sanki bin sekiz yüzlü senelerden kalmış gibiydi. Aslında ilk başta girme taraftarı değildim ama arkadaşlarımın ısrarı üzerine eve girmiştim. Evin her yerini gezdikten sonra tavan arasına sıra gelmişti. Herkes içeri girmeye korkmuştu, beni içeri girmeye zorladılar ve üzerinde girilmez yazan kapıyı açmış bulundum. İçeride on dokuzuncu yüzyıldan kalma süslemeler, aynalar ve ne olduğunu anlayamadığımız bir cihaz vardı. Aleti biraz inceledikten sonra bunun bir zaman makinesi olduğunu düşündük ve içine oturdum. Daha sonra üstüne rastgele bir tarih girdim ve kolu çektim. Kolu çeker çekmez etraftaki tozlar havada uçuşmaya başladı ve mavi bir ışıkla bütün oda aydınlandı. Bir anda zaman ve mekanda nerede olduğumu anlamadığım siyah bir boşluktaydım. Gözlerimi ilk açtığımda pencereden sızan parlak ışık huzmeleri vardı ve kendimi inanılmaz rahat bir yatakta bulmuştum. Yataktan çıktığımda ise çok şık bir odada etrafımda altın varaklar, inanılmaz büyük bir dolapta sayısız kıyafetler, büyük bir çalışma masası, inanılmaz güzel bir ayna ve pencereden dışarı baktığımda eşsiz bir manzarayı görüyordum. Kalktıktan sonra dolabıma bakmaya başladım ama hepsi eski çağa ait ve Rönesans giysileri gibiydi.

Bu kıyafetleri giydikten sonra panik ve korku içinde ne olduğunu aramaya başladım daha sonra uşak görünümlü bir adama çarptım. Adam Rusça konuşuyordu. Neyse ki bende Rusça biliyordum ve kolayca iletişim kurabildim beni amcamın çağırdığını ve görüşmesi gerektiğini söyledi. Amcamın kim olduğunu bilmiyordum ve çok büyük bir çalışma odasına geldiğimde Rus Çarını gördüğümde çok şaşırmıştım. Çünkü kendisi benim amcamdı ve oğlu da benim kuzenimdi. Daha sonrasında şaşkınlıktan konuşamamıştım. Amcam beni yollayacağı Avrupa turundan bahsediyordu ve tüm hazırlıkların neredeyse hazır olduğunu söylüyordu. Ben ise ona bugün ayın kaçı olduğunu sordum, o bana 25 Haziran 1870 olduğunu söyledi. Aslında belli etmeden ona kim olduğumu da sordum, o ise bana Romanov hanedanına mensup bir prens olduğumu söyledi. Bunu duyduğumda büyük bir şaşkınlıkla beraber büyük bir sevinç duydum ve neler yapabileceğimi çok merak ettim. O gün kışlık sarayı gezmeye başlamıştım ve ne kadar büyük olduğunu çok merak etmiştim. Tabii ki de tahmin ettiğimden çok güzeldi.

Bu sadece görünen kısmıydı sarayın içerisi ise gezdikçe beni daha da çok büyülemişti. Neyse ki buraları tarih derslerinden iyi biliyordum ki neye benzediğini tahmin edebiliyordum ama yeni yapılmış haliyle görmeyi hiç düşünmemiştim.

Sarayı gezmeyi bitirdikten sonra çok büyük bir sofrada amcam, yengem ve kuzenlerimle birlikte yemek yiyorduk. Amcam benim ve kuzenim Ivan’ın büyük Avrupa turuna yarın çıkacağı haberini vermişti. Aslında bu turu bize yaptırma amacı Avrupa kültürünü tanımamız ve Rusya’ya döndüğümüzde devleti idare edebilmemizi kolaylaştırmaktı. Kuzenim ve ben Avrupa’yı farklı yerlerden gezecektik, benim ilk gideceğim yer Britanya İmparatoru olan büyük teyzemin yönettiği İngiltere’ydi. Daha sonrasında Fransa’nın başkenti olan Paris’te Cumhurbaşkanı tarafından özel olarak misafir edilecektim ve en uzun zamanımı burada geçirecektim. Ardından Habsburg kültürünü ve Almancayı iyi bir şekilde öğrenebilmem için sanatın başkenti olan Viyana’ya ve en sonunda dünyanın kalbinin attığı İstanbul’a gidecektim. Avrupa turumu bitirmem tam üç yıl sürdü. Bu süre zarfında pek çok yeni kültür tanımış ve çok fazla önemli insanla tanışmıştım. Aynı zamanda Fransızca ve Almancam ise çok ilerlemişti. Rusya’ya geri döndüğümde ise amcamın yerine tahta kuzenim İvan geçecekti ama beni korkutan bir durum vardı. Çünkü beni ortadan kaldırmak gibi bir amacı vardı. Neyse ki ben gayet akıllı biriydim ve casuslarımı yollayarak onun bana bir suikast planladığını öğrenmiştim ve bu yüzden Moskova’ya gidecek gibi bir plan yapmıştım ama gemi yolu ile İsveç kralından sığınma talep edip İsveç’e kaçacaktım. Neyse ki planım başarılı oldu ve şüphe çekmeden İsveç’e kaçmayı başardım. Kaçtıktan sonraki akşam Drottningholm sarayındaki odamda uyumuştum ama bu uyku diğerlerinden çok farklı bir uykuydu.

Uyandığımda kendimi odamda bulmuştum. Sıradan ama belki de bir o kadar güzel odamı. Meğerse yaşadıklarımın hepsi bir rüyaydı ama belki bu rüya benim hayatımın en güzel rüyasıydı çünkü hayatımda yaşayamayacağım kadar lüks hayatı ve heyecanı yaşamış, hiç tanışamayacağım önemli insanlarla tanışmıştım. Fakat bu rüyanın enteresan ama güzel bir tarafı vardı. Çünkü öğrendiğim Fransızca ve Almancayı hala hatırlıyordum ve gayet akıcı bir şekilde konuşabiliyordum. Umarım böyle bir şey bir daha başıma gelir.

(Visited 60 times, 1 visits today)