Çok tuhaftı, ağlayamadım. Ama ruhum paramparça olmuştu. Kalbim milyonlarca parçaya dağılırken ve gözlerim kan ağlarken sadece donmuş bir halde karşımdaki insanlara bakabildim. İçimden haykırmak, hıçkıra hıçkıra ağlamak geçiyordu, yapamadım. Sadece bekledim. Ellerim buz kesip yer ayaklarımın altından çekiliyormuş gibi hissederken adeta olduğum yere saplanmıştım. Kendi bedenimde bir yabancıydım o anda. Ne bu hisler ne de bu düşünce cümbüşü bana aitti, süzülüyordum. Her şeyin ve hiçliğin içinde bir kuş edasıyla süzülüyordum. Kuru kuru yutkundum, ellerim artık hissedemiyordum. Parmaklarımın arada sırada titremesi dışında ne bir ses ne bir hareketlilik vardı vücudumda. Kendimi toparlamaya çalıştım, kalbimin parçalarını toplamak için uzandım. Keşke yapmasaydım. O küçücük parçalar ipek kadar yumuşak ancak jilet kadar keskindi ve artık sadece gözlerim değil ruhumda kan ağlıyordu. Nasıl her şey bu noktaya gelmişti ki? Bulanık olan görüşümü temizlemek için birkaç kez göz kırptım ve işte benden önce ailemi, sonra can dostlarımı ve şimdi de kendi hayatımdan çok sevdiğim Mert’imi alan o vahşi varlıklar bana sırıtıyorlardı. Yaptıkları onca şeyden çektirdikleri onca acıdan sonra sadece sırıtıyor, hatta kıkırdıyorlardı. Gözüm bir anlığına artık cansız bakan gözleri bana dikilmiş olan Mert’e kaydı ve içimdeki fırtına hiddetlendi. Eğer herhangi bir kasımı oynatabiliyor olsam, yüzümde buruk bir gülümseme belirirdi çünkü o bana olan sevgisi yüzünden ölürken bile suratında bir tebessümle ölmüştü. Tekrardan yutkundum, hepsi benim suçumdu. Ah keşke onca zaman önce Mert’i dinleseydim. Aslında ben sadece annemi ve babamı benden alan insanların acı çekmesini istemiştim. Sonunda en büyük hüznü yine ben yaşıyordum. Zaten ben hep kaybeden tarafta olmuştum. Bir adım atmaya zorladım kendimi, sonra bir tane daha, ta ki sağır edici bir patlama sesini duydum, sonra göğsümden akan ılık sıvıyı hissettim. Kan. Vurulmuştum, yoksa bu tüm benliğimin, benim yüzümden hayata gözlerini yuman yüzlerce kişi için ağladığı kan mıydı? Bilemedim, emin olamadım. Ne yere yığılışımı ne de hayatımın akıp gitmesini hissettim o anda. Bütün bunlar zaten duygularımı kendime sakladığım için gerçekleşmişti. O kadar nefrete bürünmüştüm ki sonunda onun diğer tüm hislerimi çoktan paramparça olan ruhumun derinliklerine gömmesine izin vermiştim. Belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla diye düşündüm, ta ki gözlerim kapanıp son nefesimi verene kadar.