Yeni bir ortama girdiniz. Yeni bir okul, yeni bir iş, yeni bir apartman… Bu tarz bir durumda insanın doğasında olan sosyalleşme ve etkileşim ihtiyacı kendini daha belirgin bir şekilde göstermeye başlar. Bir başka deyişle insanlarla tanışmaya başlarız. Peki hiç birileriyle tanışırken ne dediğinizi düşündünüz mü? Ben yeni tanıştığım birine yüzeysel olarak hayatımla alakalı bilgi veririm ve karşı tarafı tanımak için bir diyalog kurmaya çalışırım. Sohbet ilerledikçe biraz daha özel hayatımla alakalı bilgi veririm. İtiraf etmeliyim ki, benim verdiğim cevaplar da bazen karşı taraftaki kişinin tavır ve cevaplarına göre değişebiliyor. Mesela, az konuşan biriyse daha fazla soru sormaya çalışırım ve onun rahatsız olduğunu hissedince konuşmayı sonlandırabilirim. Ama durup durup kendinden övünen biri olduğunda ben de kendimi ona kaptırıp onunla yaptığım şeyleri karşılaştırabilirim. Bu aslında kötü bir şey, sonuçta her şeyde en iyi veya herkesten daha iyi olmak zorunda değiliz. Fakat bazen günümüzde kendini övme veya olduğundan daha fazla gösterme gerekli durumlarda kullanılması şartıyla elde edilmesi gerekilen bir yetenek.
Diyelim ki bir iş görüşmesinde gittiniz. İki kişisiniz ve yanınızdaki kişi üniversitedeyken satrançla ilgilendiğini söyledi. Siz de hemen düşünüz ki 21. yüzyıl özellikleri arasında en önemlilerinden biri entelektüellik. Bu nedenle aynı soru size sorulunca siz de matematik yarışmasında uluslararası dereceniz olduğunu ve voleybolda takım kaptanı olduğunuzu söylediniz. İşveren kişi, sizin başarılı ve birçok alanla ilgilenebilen bir insan oluğunuzu görünce size işe aldı. Yanı demem o ki, “Kendini olduğundan az göstermek tevazu değil budalalıktır.” diyen Montaigne’e, çağımızın gereği, bazı zamanlar katılmak kaçınılmaz bir gerçek.
Bir başka bir senaryodan daha örnek verelim. Varsayalım ki siz astronomiye karşı çok ilgi duyuyorsunuz ve bu alanda araştırma yapmaya başlıyorsunuz. Araştırıyorsunuz, makaleler okuyorsunuz, saatlerce çalışıyorsunuz… Ardana belirli bir süre geçiyor ve şu ana kadar bu alanda ne bildiğinizi düşünüyorsunuz. Bu bağlamda verebileceğiniz iki karar var: ilki bu kadar çalışmanın üzerine bu alana tamamen hâkim olduğunuzu varsayıp bu konudaki uzmanlığınızla böbürlenebilirsiniz; ikincisi alanda her ne kadar ilerleseniz ilerleyin, bilginin sonunun olmadığını ve hepsine erişemeyip daha kat etmeniz gereken çok yol olmasına rağmen devam edebilirsiniz. İlk seçeneği seçerseniz; bilgiler yenilendikçe, alanla ilgili araştırmalar tekrardan yapılıp bazı şeyler değişince yanılırsınız ve hırsınız bir süre sonra size yıpratmaya başlar. Fakat ikinci seçeneği seçerseniz, hem daha huzurlu bir şekilde öğrenime devam edersiniz hem de sizinle bu konuda ciddi bir sohbetin içinde bulunan insanlar alandaki bilgeliğinizi ve alçakgönüllülüğünüzü taktir eder. Sonuçta Mevlana’nın da dediği gibi, “Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen ‘hiç’ ol.”.
Toparlayacak olursak günümüzde kendimizi gerekli yerlerde pazarlamak herkesin sahip olmak zorunda olduğu kabiliyetlerden biri. Bu durumda Montaigne’in “hep” olma sözüne katılıyorum: yeri gerektiğinde kendimizi övmemiz, yaptıklarımızı insanlara anlatmamız şart. Fakat günlük hayatımızda Mevlana’nın da dediği gibi bir “hiç” olmak diğer insanların da saygılarını kazanmamıza yol açarken ondan da önemli olan kendimiz için daha bilinçli ve huzurlu bir ortam yaratarak kendimizi düşündüğümüzden de daha fazla geliştirmemize yardımcı oluyor.