Hayata gözlerimizi açtığımız andan; büyüyüp, keşfedip, merak ederek geçirdiğimiz onca yıldan sonra bu dünyadan göçüp giderken bile yaptığımız eylem öğrenmektir. Öğrenir insan, öğrensin ki ayakta tutsun onu bilgileri. Öğrenmek deyince de akla ilk gelenlerden biri matematiktir. Sevsek de sevmesek de matematiğin hayattaki yerini biliriz. Küçücük bir çocukken parktaki karıncaları, bulutları sayarız, okula başlayınca dört işlemi öğrenir ve hayatımızın geri kalanında bu bilgilerin üstüne koyarak ilerleriz.
Benford Kanunu, evrenin matematiksel bir düzen üzerine kurulu olduğunu savunan onlarca görüşten biridir. Rakamların mı bizi kontrol ettiği, bizim mi rakamları kontrol ettiğimiz tarih boyunca insanoğlu tarafından çokça tartışılmış; üzerine fikirler üretilmiştir. Çoğu da matematiğin bizim ve hayat üzerindeki etkisinin büyüklüğünü kabullenmiştir. “Doğanın muazzam kitabının dili matematiktir.” demiştir Galileo.
Biraz düşününce benim gibi siz de hak verirsiniz bu görüşlere, matematik gerçekten de her yerde. Elinizdeki su şişesi bile matematiktir; şişenin hacmi, suyun pH değeri, içindeki elementlerin oranlarının yazdığı küçük tablo ve hatta o şişenin fiyatı. Sırf şişede de değildir bu matematik; kullandığımız kalemin 0.7 mm kalınlıktaki ucu, derste sıkılınca gözlerimizin hemen saate kayması ve teneffüse kalan sürenin hesaplanması, cebimizdeki parayla neyi ne kadar alabileceğimiz, bir yemeği yaparken malzemeleri ne ölçüde koyacağımız ve hangi derecede kaç dakika pişireceğimiz… Hatta bir basketbolcunun topu attığı eğimin ve açının bütün maç skorunu etkileyecek olması matematiğin ve rakamların hayatımızdaki etkilerinden yalnızca birkaçıdır.
Basit ve gündelik örneklerin yanı sıra, matematik çoğu mühendisin bile zorlandığı karmaşık hesaplamalarda da çıkar karşımıza. İçinde yalnızca rakamların değil harflerin olduğu formüller, borsa grafiği hesaplamaları, bir şirketin o ayki finansal alım-satımları, bir mimarın çizdiği binada hangi malzemenin nerede ne kadar kullanılacağı… Bu açıdan baktığımızda rakamların üzerimizdeki kontrolü o kadar büyüktür ki matematiğe uymadan hareket etmek mantıksız gelir insana. Örneğin şunu düşünelim: Bir inşaat mühendisi elindeki projeden kar etmek istiyor ve kullanması gereken malzemelerin yerine ucuz olanlarından binanın yapı matematiğine de uymadan inşa edip satıyor dairelerini, bina da kuvvetli bir şimşekte hasar görüyor. Hatta bir depremde sanki bir domino taşıymış da biri eliyle itmiş gibi yıkılıyor. Bu da bize matematiksel bir hesaplamadaki en küçük değişikliğin bile nelere mal olabileceğini, küçücük rakamların hayatımızdaki etkisini, kontrolünü gösteriyor.
Konuyu bir noktada toparlayacak olursak hayatımızın gerçekten de her alanında var olan bu rakamların üzerimizdeki kontrolünü göz ardı edemeyeceğimiz gibi bu formülleri ve hesaplamaları keşfedenlerin de biz insanoğlu olduğunu unutmayalım. Yani biz her ne kadar bu matematiksel kurallara uymadan yaşayamıyorsak her kuralın da ayrı bir yeri var ve kullanılacağı alanları yalnızca biz seçiyoruz. Biz her ne kadar rakamlara bağlı olsak da rakamlar da bizim varlığımız olmadan hiçbir işe yaramaz bu dünyada. Anlayacağınız, günün sonunda bütün evren matematik üzerine kurulu olsa da bu düzeni sürdüren bizleriz ve rakamların üzerimizdeki kontrolü, bizim rakamlara olan etkimiz kusursuz bir o kadar da eşit bir terazide gibi. Onlar bizi her ne kadar kontrol etse de hayatın akışı ve eylemlerimiz bunu mükemmel bir şekilde dengeliyor; rakamları hesabımıza uyduruyoruz, onlar da hesabı uyduruyor.