Yaşadığım köy bulutlu, çoğunlukla yağış alan, ılıman ve nemli bir bölgede yer alıyordu. Her tarafı meyve ağaçlarıyla dolu, yerleri diz kapaklarımıza kadar uzanan yeşil otlarla örtülmüş, toprağı neredeyse her mevsim bolca ekin veren, ipince kumların olduğu sahilleri ile ünlü, okyanusun muhteşem sesini her taraftan işitebildiğimiz ve evlerinin ufacık olduğu bu köyümüze geçen yaz taşındık. Zaman çok çabuk geçiyor desem yalan olmaz. Yeni geldiğim zamanlar buraların havası ne kadar tuhaf bir his verse de her şey birkaç arkadaş edinmemle normalleşmeye başlamıştı. İlk zamanlar sadece odamda oturur ve camdan bahçede çalışan insanları izlerdim. Öyle ki ben de inip onlara yardım etmek isterdim. Kendimi yavaş yavaş sokaklarda bulmamla beraber arkadaş çevrem de genişlemeye başladı.
Beş kişilik bir arkadaş grubuyduk biz. Evlerimiz birbirimize uzaktı ve okulumda değildiler. Bir tesadüf eseri tanışmıştım onlarla. Köyün ileri taraflarında büyük ve henüz tamamı keşfedilmemiş, hakkında çeşitli efsaneler dönen ormanda tanışmıştık. Orayı diğer ormanlardan ayıran özellik hem insana neşe veren hem de tüylerini ürperten bir yer olmasıydı. İçine girdiğinizde her taraftan ayrı bir çiçek kokusu gelirdi. Biraz daha ilerlerseniz… İşte o tarafları bilen yoktu. En azından ben öyle zannediyordum. Ormanın girişinde odun toplamaya müsait alanlar vardı. Her mahalleden insanlar gelirdi buraya. Ben ve arkadaş grubum birbirimize yardım ederdik. Onlar önceden tanışıyorlardı ama benimle çok çabuk arkadaş olmuşlardı. Öyle çok oyun oynamazdık. Genellikle yürüyerek muhabbet eder, önce sahile sonra da ormana doğru giderdik. Bana göre fazla akıllı, sağduyulu, buraları ve özellikle ormanı çok iyi bilen çocuklardı. Muhabbetlerine de bakılırsa oldukça kültürlü ve iyi yetiştirilmiş duruyorlardı. Ayrılacağımız zamanlar öncelikle beni eve bırakır sonra kendileri giderdi. Onlar hakkında çok az bilgiye sahiptim. Her ne zaman onlar hakkında bir şey sorsam bana cevap vermezler ya da beni geçiştirirlerdi. Çok sevdiğim ama kim olduklarını bilmediğim arkadaş grubum zamanla beni meraklandırmaya başlamıştı. Köyümüzde tüm çocukları alabilecek kapasiteye sahip olduğundan dolayı tek okul benim okulumdu. Onlar bu okulda değillerdi ve başka okul olmadığı için aklımda soru işaretleri oluşmaya başlamıştı. Bu kadar zeki, kültürlü ve anlayışlı çocuklar nasıl olur da okula gitmezler?
Kapkaranlık ve kasvetli bir gece yarısıydı. Onları aklıma takmaktan uyuyamıyordum. Benimle ne zaman buluşsalar hep ormana doğru gidiyorlardı. Ormanı niçin bu kadar çok sevdiklerini asla anlayamadım. Kendi kendime bir karar aldım ve geceleyin hiç gidilmemesi gereken bir yer olan ormana doğru yola çıktım. Hava çok kötü ve ürperticiydi. Biraz gidince yağmur çiselemeye başladı. Nereye varacağımı bilmeksizin ilerliyordum. Birdenbire karanlığın içinden geçerken bir ışık gözümü aldı. Daha önce hiç görmediğim bir yere varmıştım. Devasa ve buralara hiç ait gibi görünmeyen bir bina ile karşılaştım. Ne olduğunu anlamak için etrafı çevreleyen çitleri geçtim. Endişelenip evin yolunu tuttum. Giderken yapbozun parçaları oturuyordu. Zifiri karanlığın içinden geçerken gördüğüm o koskocaman ihtişamlı bina meğerse bir okulmuş. Her yeri aydınlatan bu okulun ışıkları o kadar parlak ki olduğu yer gündüz gibiydi. Sadece geceyi değil dünyanın cehaletten oluşan karanlığını da aydınlatıyordu adeta. O zaman anladım arkadaşlarımın nereye ait olduğunu.