Bakın, bakın bir insanlık geçiyor önümüzden. Ne kadar çok sayıları öyle, yüzyıllara ayrılmış bir biçimde görüyoruz. Hepsi birbirinden farklı, tüm yüzyılların hatta tüm ara dönemlerin bile kendine özgü özellikleri var. Ne kadar da ilginç insanoğlu, kendi içinde hem bu kadar farklı olup hem de o kadar da benzer aslında.
İnsanoğlu, değişime açık bir yapıya sahiptir. Değişen durumlar etrafında, sabit olgu ve görüşlerini yıkıp yenilikçi olmaya adım atması gerekir, atar da çoğu zaman. Birçok konuda değişen durumlara ayak uydurmayı sağlayan insanoğlu, bir konuda yüzyıllar da geçse bir türlü değişememiştir. Gelişen beyin ve gelişen nesillere dayatılan, yıllardır sabitliğini ve yerini koruyan eğitim sistemi.
Yüzyıllar boyunca insan beyni ve algı yapısı değişime uğramıştır ve hala değişimini sürdürmektedir. Bu değişim sonucu, insanın çevresinde kullandığı teknolojik aletler, günlük kullanılan çeşitli sistemler de revize edilmektedir. Peki ya eğitim sistemi? Değişen algılara karşın, değişmeyen bir eğitim sistemi. Zaman ilerledikçe, yeni gelen nesillerin algı seviyesi artmaktadır, artan algı seviyesiyle birlikte ortaya konacak olan inovasyonlar ve yenilikler de değişiklik göstermektedir. Yüzyıl öncesindeki algılara uygun olarak hazırlanmış bir sistemde, o döneme nazaran daha gelişmişlik gösteren algıların gün geçtikçe, o inovatif yönleri törpülenmektedir.
Yeni gelen nesil, düşünce yapılarıyla evren üzerinde daha önce bulunmamış ve keşfedilmemiş yeniliklere adım atmak uğruna yola çıkmıştır. Böyle güçlü bir algı seviyesine sahip olan bir nesile uygulanan eğitim sisteminde ise mantığın çok küçük bir oranda ev sahipliği yaptığı ve daha çok ezber bilgilerin olduğu görülmektedir. Ezber, bireyin beyin hücrelerinin hepsini kullanması yerine daha az miktarda kullanarak nöronlar arası bağlantı sayısını azaltmaktadır. Azalan bu bağlantı sayısıyla birlikte, birey tekdüze bir hale bürünür.
Sıra dışı yenilikler getirebilecek olan beyinlerin, okul sıralarında sıradanlaşmasının filmidir bu şahit olunanlar. Verilen eğitim sistemi, farklı adı altıda anılan birey istemez; eğitim sistemi, her bir öğrencinin aynı özelliklere sahip olmasının gerekliliğini vurgular. Bu doğrultuda her bir öğrencinin önüne beş cevaptan oluşan bir soru koyar, o soruların bir tek doğru cevabı vardır. Diğer cevaplar ise katiyen yanlış kabul edilir. Geriye kalan dört cevap ise öğrencinin yorum yaparak, mantık yürüterek soruyu çözmesinin tek yoluyken, yapılan puanlandırma sistemiyle yapılacak olan o yorumlar da bir hiç olarak görülür, son özgürlük geçidi de böylelikle kapanmış olur.
Öğrencinin kapasitesinin kısıtlanması, verilen bir paragrafın beş adet cevaba sıkıştırılmasıyla başlar. Öğrenci, o paragraftan onlarca sayfa yazı yazabilecekken, üzerine oturup saatlerce monolog yapabilecekken, tek yapması gereken verilen o beş şıktan bir tanesini seçmesi ve beklemesidir. Bu bekleme süreci ardından; beyin hücrelerinin büyük bir oranda ölümüne sebep olan durum devreye girer. Öğrencilerin bir numaralı baş düşmanı olan stres. Günümüzde kullanılan bu sistemde, her bir öğrencinin bir not baremi vardır. O öğrenciye, belirli notlar arasında duran, bazen düşüp bazen kalkan bir kapasite olarak görürler. Oysa ki, görebildikleri tek şey, onlar tarafından sınırlanan kapasitelerin dışarıya yansıttığı stresttir.
Özgürlüğe düşkün olan insanoğlu, durmaksızın özgürlük hakkında fikirler beyan ederler. Özgürlüklerinin kısıtlanması anında ne yapacaklarını, nasıl eyleme geçeceklerini planlar. Oysa düşündükleri sadece fiziksel özgürlüktür. Mental özgürlükten haberleri dahi yoktur. Özgürlüğün kelime anlamını öğrenmeden, mental özgürlüklerine ket vuran bir eğitim sistemi olduğu sürece haberlerinin olması nasıl beklenebilir ki zaten. Ne demiş Heraklitos ” Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”. Bu değişime furyasına eğitim sistemini de katmanın vakti gelmedi mi sizce de ?