Her zamanki gibi sabah sıcacık ve cennetten gelme yatağımdan sert ve sabırsız dürtülerle uyandırılıyorum. Pazar pazar bu ne biçim çile diyorum, kimse beni dinlemiyor.
Annem her zaman bizden (ağabeyim ve ben) daha telaşlı olur. Sanırım o anda kendini yuvada aç bekleyen yavrularını doyurmak için solucan bulamamış bir anne kuş gibi hissediyor. Odadan çıkarken ödev yapmamı tembihliyor. ‘Ödev yapmak’ artık onlar için bir kalıba dönüşmüş; ödevim olmasa bile ödev yapmamı söylediğinde ben dersle alakalı şeyler yapmam gerektiğini bazı deneyimlerimden biliyorum. Kimi zaman ödevim olmasa da çoğu zaman yapacak bir şeylerim pazara sarkıyor.
Eskiden olsa annemler buna kızardı fakat artık derslerimin ağırlaşmasından bunu anlayabiliyorlar Biz genelde pazarları on gibi kalkarız ve benim de bu saatte ödev yapasım gelmez. Onun yerine televizyonun önünde pineklerim. Sonra kahvaltı hazır olur ve genellikle ağabeyim, ben ve annem yeriz. Babam ya işinden dolayı evde olmaz ya da yorgun olduğunda o saatte uyur. Bazen tabii yorgun olmaz ve bizimle olur. Her neyse, kahvaltımız öyle böyle geçer. Annem en sevdiği iş (!), bulaşık yıkamaya dönerken biz de dişlerimizi yemek artıklarından kurtarmak için tuvalete gideriz. İşlerimiz bitince çantalarımızı hazırlar, aşağı iner ve yola çıkarız. Ağabeyim son dakika montunu unuttuğunu hatırlar.
Ümitköy’e vardığımızda çoktan reklam panolarının önünde bekleyen Nevra Teyze’yi ve Batuhan Ağabey’i alırız. Nevra Teyze’nin eşi Batuhan Ağabey küçükken vefat etmiş, üstelik bir de büyük oğlu var. Her seferinde onları arabaya almaktan büyük mutluluk duyar ve sanki dünyayı kurtarıyor gibi kendimi önemli hissederim. TMO’nun büyük, yeşil ve beyaz ambarlarını görünce anlarım ki yaklaştık. Girişte her saferinde bizi tanıdıklarını düşündüğüme rağmen güvelik kulübesinin camını açıp suratımıza bakarlar. Annem de her zamanki gibi ‘Baskete geldik.’ der ve ince, kırmızı şeritli beyaz çubuk yukarı doğru kalkar. kısa bir mesafe sonra kapalı sahanın önünde oluruz.
Aşağıdaki soğuk soyunma odalarından en uçtakine gider, çantamı bırakır ve ayakkabılarımı değiştirim. Önceki antrenman bitince biz de birer top alır ve serbestçe atış yaparız. Toplar havada uçuşur. Kimi düştüğünde birinin kafasına iner kimi sahanın öbür tarafına uçar. Bazense sessizliğin içinde bir ‘cuk’ sesi gelir ya herkes bakışlarını potaya yöneltir. Sonra düdük falan çalınır idman başlar. Bitişte ne yazık ki ben çoğu kız gibi özgür olamıyorum. Bir saatte ağabeyimin idmanını beklemek zorundayım. Neyse ki benimle aynı kaderi paylaşan yandaşlarım var da sıkılmıyorum.
Bunu da geçtikten sonra yine aynı kadro önce Ümitkoy’de ağabeyimi kickboksa bırakıyoruz ve daha ileride Nevra Teyzeleri. Sonra annemle eve gidiyoruz ve ben dinlenmek mahiyetinde telefonumla oynuyorum. Sonra ağabeyim kickbokstan gelip duşa giriyor ve ardından ben. Geriye kalan zamanda da ödevlerimi yapıyorum. Kimi zaman hemen bitse de kimi zaman beni gece yarısına kadar bırakıyor. Çoğu zaman geceleri oturup ödev yaptığımı babam bilmez. ‘Uykun ve sağlığın her şeyden önemli.’ der. Annem de aynı fikirde fakat izin veriyor. Aslında ödevler bu kadar fazla değil ama benim düzensizliğimden kaynaklı olsa gerek kalıyor. Bunca insanın yaptığı bu ödevleri ben de yapabilirim diyorum ve bazen iki de bile yatabiliyorum. Benim genel olarak pazar günüm böyle geçer. Bazen ufak tefek değişiklikler olsa da ben bu halinden pek de şikayetçi sayılmam. Ara sıra neden boş bir günüm olmadığını yadırgasam da güzel bir hayata sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum.