Dünyadaki her insanın belirli bir yaş sonrası okula gitmesi zorunlu bir durum. Çünkü öğrenim görmemiş bir millet, cahil bir ulustur ve ülkesini, çevresini, dünyasını; en önemlisi de kendini geliştiremez. Kendini geliştirmeyen, okuma yazma bilmeyen bir insan; bir hiçliğin ortasındadır ve amaçsızca, sadece nefes almak için yaşar. Böyle milyonlarca insan var dünyamızda ve hayatımızda. Ne kadar korkutucu ve acınası bir durum olsa da bu bir gerçek. Bir hiçliğin ortasında doğup büyümek… Geldiğin yerin bile tam olarak neresi olduğunu anlayamamak ve keşfetme yeteneğine sahip olamamak… Böyleleri gibi gelişemeyen insanlık da hep geriler veya olduğu yerde sayar. Sebebi de, ilerlemeye korkması, ileride ne ile karşılaşacak olduğunu bilememesi ve yürümeye cesaret edememesidir
İnsanlığın gelişebilmesi için insanlar eğitim ve öğretime tabi tutulur. Bu açıdan bakıldığında okul gerçekten ihtiyaçtan doğan ve dünyamızın her noktasında kayıtsız şartsız gerekli bulunan bir kurumdur.
Dünyadaki her okul, eğitim sistemi ve müfredat birbirinden farklıdır. İnsanların öğrenme biçimleri, yetenekleri ve ilgileri de doğal olarak birbirinden farklılaşmıştır. Kişilerin öğrenme stillerinin birbirinden farklı olmasına rağmen, bazı araştırmalar sonucu insanların yaşayarak öğrenmesinin daha kolay ve etkili olduğu ortaya çıkmıştır.
Neredeyse herkes, etrafındaki insanlara fikirlerini sormasına rağmen bir şey yapmaya eğimli ise; onu, insanların düşünceleri veya önerdiği yollar durduramaz. Hata yaptığını bilip hissetse de yaşayarak öğrenmeyi, sonuçları ne olursa olsun kendi yolunda ilerlemeyi tercih eder. Bazı araştırmalara göre de, insan beyni yaşayarak öğrendiğinde anlaması kolaylaşıyor ve öğrendiği bilgiler daha kalıcı oluyor. Bunun sebebi ise, insanların kendi yaşadıklarından ders çıkarıp sonraki hayatlarında daha dikkatli ve tedbirli olmaya özen göstermesidir. Yani kişinin doğruları ve yanlışları başkaları tarafından öğretilmektense, kendi kararlarının sonucunu göz önüne alarak yaşaması, daha kalıcı bir öğrenme yöntemi olacaktır.
Yaşayarak öğrenme denilen durumun bilgileri daha kalıcı kılması, okuldaki eğitim ile kalıcı öğrenilemeyeceği anlamına gelmez. Aksine, kişi merak ettiği ve ilgi duyduğu her şeyi öğrenebilecek potansiyele ve kapasiteye sahiptir.
Fakat ne yazık ki günümüzde dünyanın birçok noktasında öğrencilerin nelerle ilgilendikleri veya hayatta neleri merak ettikleri pek de önemsenen bir konu değil. Herkesin müfredatta ne varsa, onu körü körüne ezberlemesi isteniyor ve bekleniyor. Sorgusuz sualsiz ezberlenen bütün bilgiler ise zaman kaybından ve gelecekte kaybolacak birkaç eksik bilgiden başka bir şey değil. Bunun sonucunda merak ve ilgi kayboluyor insanın içindeki. Gitgide yok oluyor. Öğrencinin merak ettiği konular gibi okula olan ilgisi de buharlaşıyor ve okul aslında bir tercih ve öğrenme hevesiyle gidilen bir kurum olmaktan çıkarak bir zorunluluk haline geliyor. Fakat şu gerçeğin de yıllarca hatta asırlarca göz ardı edilmesi de çok yazık: Kimse sevmediği bir işi sadece para için zaten yaşayacağı birkaç yıl ömrünün yarısını vererek yapmak istemez. Para kazanmak bir zorunluluk olduğundan, bu duruma düşen insanlar da var. Hatta insanlığın yarısı böylelerinden oluşuyor. Geçmişe göre herkesteki mutluluk, öncesinin yarısı bile denemeyecek kadar az.
Verilebilecek bütün aksi örneklerin tersine, Finlandiya’daki eğitim sistemi alışılmışlığın biraz dışında. Çünkü oradaki eğitim sistemi, öğrencilerinden ezber yapmasını değil, yaşayarak öğrenimini destekliyor. Vatandaşlar da küçük yaşlardan itibaren merak ettikleri ve ilgi duydukları alanda gelişiyor.
Öğrenci odaklı olan bir yerde, müfredat odaklı olan bir okula göre öğrenimin ve öğretimin gerçekleşmesi daha hızlı ve kolaydır. Bu durum sınıfla veya okulla alakalı değil, eğitim sistemi ve onun hangi yollarla gerçekleştirildiğidir.
Merak duygusuna sahip olan biri, er ya da geç öğrenir. Sınıfta, okulda, evde, dışarıda, parkta… bulunduğu mekanın bir önemi yoktur.
İnsanın konuya ilgisi olsun ki düşünsün, merak etsin ki araştırsın. İlgi aslında insanın içinden gelen bir duygu olsa da, dış etkenlerin de kişinin üzerindeki etkisi ve baskısı göz ardı edilemez. Yani o kişinin öğrenmesi sadece kendisinin değil, çevresindekilerin de sorumluluğudur. Çünkü söylendiği gibi, yaşayarak öğrenilir hayat. Kendi karakterimize sahip olduğumuz gibi yakınımızdaki insanların karakterini de benimseriz ve onları da zamanla öğreniriz, neticesinde üzüm üzüme baka baka kararır.
Sonuç olarak herkes dünyanın her yerinde merak duygusunun serüvenine kapılabilir, farklı maceralara yelken açarak yaşama dair yeni bilgiler öğrenebilir, farklı duygular tadabilir, deneyimlerinden ve hatalarından ders çıkarabilir ve en önemlisi de kendisini istediği şekilde ve alanda geliştirebilir. Öğrenmek, sonsuzluktur. İnsan sonsuzluğun içinde kaybolmaktansa onunla birlikte hayata ayak uydurmayı öğrenmeli ve sonu olan yaşamını sonsuz deneyimlerle noktalayabilmelidir.