Bu yaz tatili geçirdiğim en güzel tatillerden biriydi. Her tatil güzeldir gerçi. İstediğiniz saatte yatar, istediğiniz saatte kalkarsınız, oyun oynarsınız, arkadaşlarınızla bol bol vakit geçirirsiniz ve en önemlisi gezersiniz. Sürekli gittiğiniz bir yerde farklı şeyler yapmanız orayı sanki yeniden görüyormuşsunuz, yeni geziyormuşsunuz hissi verir bu bile yeterince güzelken daha önce hiç gitmediğiniz yerlere gidip oraları öğrenmenin tadı bir başkadır.
Bu yaz okullar kapandıktan sonraki ilk hafta keman öğretmenim ve kurstan arkadaşlarımla birlikte Bodrum’a gittik. Bodrum kampını ilk duyduğumda çok heyecanlanmıştım çünkü keman çalmayı çok seviyorum ve kemanla bütünleşen bir tatil kulağa inanılmaz geliyordu. Hem eğlenecek hem gezecek hem de keman açısından kendime bir şeyler katacaktım. Yaklaşık 1 hafta süren tatilimde akşamları oteldeki turistlere dinleti yaparken gündüzleri de bol bol Bodrum’u gezdik. Öncelikle Bodrum’un olmazsa olmazı olan Bodrum Kalesi’ne gittik. Kale, buram buram tarih kokuyordu. Her tarihi yer gibi Bodrum Kalesi’nin de ilginç bir yönü vardı. Antik çağda ada olan Kale’nin bulunduğu bölge daha sonra karayla bağlantısı yapılarak yarımada haline gelmiş.
Başka bir gün Bodrum’un göz bebeği olan ve bir süre önce koruma altına alınan Tavşan Adası’na gittik. Ada koruma altında olduğundan gezilmesine izin verilmiyordu ancak adaya doğru giden yol yeterince ilgi çekiciydi. Denizin içinde oluşmuş bir patika vardı. Bu patika denizin yüzeyine yeterince yakın olduğundan suyun üzerinde yürüyormuş hissiyatı ile adaya ulaşıyorsunuz.
Bodrum’un altını üstüne getirdikten sonra Ankara’ya döndük. Yaklaşık 1 hafta sonra da ailemle birlikte çocukluğumdan beri tatillerimin gözdesi olan İzmir, Karaburun’a gittik. Karaburun eskiden keskin virajlı yollarıyla bilinirdi. Yapılan yeni yolla ulaşımı daha rahatlayan Karaburun, eskiye oranla daha çok rağbet görmeye başladı. Her yaz Karaburun’a gitmeme rağmen her seferinde yeni deneyimler edinirim bu sayede hiç sıkılmam. Örneğin bu yaz Karaburun’un Kösedere köyüne gittik. Bu yıl 12.si düzenlenen Üzüm Şenliği’ne katılmaktı yegane amacımız. Şenlikte ” En İyi Üzüm Yarışması” düzenlendi. Uzmanlar tarafından üzümlerin içerdiği şeker oranı, görünüşü, ve büyüklüğü karşılaştırıldı ve “ideal” üzüm seçildi. Nükhet Duru’nun sahne aldığı şenlikte Sahrap Soysal da köyün yemek kültürünü tanıdı, tanıttı. Birkaç yerli de katılımcılara büyük kazanlarda pişirdikleri keşkekleri ikram ettiler.
Karaburun’daki tatilimizden sonra anneannemle dedemin yanına Denizli’ye gittik. Denizli de bizim tatillerimizin vazgeçilmez durağıdır. Tıpkı Karaburun’da olduğu gibi Denizli’de de her seferinde çeşitli anılar biriktiriyorum. Denizli’de anneannemlerin büyükçe bir bahçesi var. Orada elma, üzüm, erik, ayva gibi meyveler; domates, biber, kabak gibi birçok sebze yetiştiriyorlar. Hasılat zamanı ihtiyaç fazlası olan domates ve biberler salça; üzüm ve erikler pekmez olur. Bu yıl ilk defa salça ve pekmez zamanına denk geldik. Büyük bir koşuşturma vardı. Önce toplanan domates ve biberleri bol suyla yıkadık. Daha sonra bir makinadan geçirerek posalarını ve sularını ayırdık. Ardından kocaman bir kazanda odun ateşinde çıkardığımız suları kaynattık. Sonrasında tepsilere doldurarak güneş altında daha kıvamlı hale gelmelerini bekledik. Aynı süreç pekmez elde etmek için de yapıldı. Özellikle Denizli’de hasat zamanı hemen hemen her evde salça ve pekmez kaynatılır.
Bir yaz tatilini daha böyle geçirdim. Yeni deneyimler edinmek ve yeni yerler gezmek için bir sonraki yaz tatilini sabırsızlıkla bekliyorum.