Düşünün, bir akşamüstünde ayağınız sıcacık kumda dalgaların o iç açıcı sesleriyle, limonatanızı yudumlayarak rahatlıyorsunuz ya da arkadaşlarınızla papatyalar, menekşeler ve güzel kokulu güllerin yanında piknik yapıyorsunuz. Fakat bu piknik ya da bir kutu limonata için doğanın çürümesi zorunlu mu?
İnsanoğlu ne kadar bencil. Sadece dünya kendi etrafında dönüyor sanıyor. Peki ya doğa? Peki ya o hayatlarına sebep olduğumuz hayvanlar? Sizin yerde bıraktığınız o bir kutu limonata bile doğaya zarar. Fakat insanlar niye bunu anlamak istemiyor? Niye insanlar bunun önemini anlamak istemiyor? Adeta doğa ile savaş içindeyiz, kazanamayız. Çünkü kazanırsak kaybedeceğiz. Bizden önce 4.5 bilyon yıldır yaşam sağlayan bu doğanın biz, insanlara değil biz insanların bizden çok önceden yaşam sağlayan, hiçbir şeymiş gibi davrandığımız bu doğaya ihtiyacı var. Evet, her insanoğlunun geleceği doğaya bağlı. Nasıl mı? Doğa ağaç yetiştirir bizde onun meyvesiniz yeriz, doğal bir afet olur, en çok zararı alan biz oluruz. Doğa bizden çok daha önce buradaydı ve bizden sonrada olmaya devam edecek. Bizden daha büyük nesiller besledi, yaşattı. Doğa bize yardım etmekten başka bir şey yapmadı. Biz ona kötü davranışlarda bulunduk.
Onun denizi, onun dalgaları, onun toprağı, onun meyvesi, onun nehirleri, onun akıntıları, onun ormanı, onun ağacı hepsi doğanın. Hiçbiri bizim değil. Nasıl yaşam tarzının olması doğaya önemli değil. Çünkü doğanın bize ihtiyacı yok. Senin davranışların, senin geleceğini etkileyecek. Doğanın değil. Doğa bir yolunu bulur. Ama sen bulabilir misin? Hayır. Çünkü insanların doğaya ihtiyacı var!