“Beni duyabiliyor musun?” Karşımda duruyor olmasına rağmen sesi cızırtılı ve oldukça uzaktan geliyor gibiydi. “Berfin?” Bütün sesler yavaş yavaş netleşiyor, beynimin içine bir bir işleniyordu. “Duyuyorum.” dediğimde birden korktum. Kendi sesimi duymayalı tam 13 yıl olmuştu.
Yıllar evvel geçirdiğim bir kaza neticesinde duyma yetimi kaybetmiştim. 4 yaşımdan bu yana insanlarla iletişime geçmek benim için pek can sıkıcıydı. Yalnızca dudak okuma yöntemini veya işaret dilini kullanabiliyordum -ki günümüz toplumunda bu yöntemleri bilen kişi sayısı bir hayli az olduğundan epeyce zorlanıyordum-. 4 yaşımdan hatrımda kalmış konuşma yeteneklerim çok iyi olmadığı için yabancılarla konuşmaya çekinsem de annemle yıllar boyu konuşma üzerine çalışmıştım. Ancak bütün bu kâbus artık sona eriyordu. Yıllar geçtikçe teknoloji ilerledi ve bu teknolojik gelişmelerin tıp alanına yansımasıyla sonunda duyma engeli için bir çözüm bulundu. Doktorum Ferhat Bey geçen seneden beri bana duyma yetimi geri kazandıracak bir cihazdan bahsedip duruyordu. Aylar boyu süren araştırma ve hazırlığın ardından bugün bir operasyon geçirdim ve kulağımın içine küçük bir cihaz yerleştirdiler. Cihaz aktive edildiği an kulağımda korkunç bir çınlama hissettim. Daha sonra doktorun sesi ve kendi sesimi duydum. Çınlama yavaşça kesildi. Tam anlamıyla inanılmaz bir andı.
“Duyabiliyorum.” diye tekrarladım. Annemin mutluluk gözyaşlarına karşın hiçbir tepki veremedim. Anın şokunu yaşamakla fazla meşgul olmalıydım. “Şükürler olsun!” diye haykıran annem bana birden sarılıverdi. Doktor bize gülümseyerek bakıyordu. Sesleri duyabilmek benim için olağanüstü bir deneyimdi. Açılıp kapanan kapının gıcırdayışı, etrafta yürüyen hemşirelerin ayak sesi, uzaklardan gelen gülüşmeler… Her şey daha anlamlı geliyordu ve bunca yıl duymaktan aciz olduğumu bilmek beni şimdi daha da üzüyordu. Yine de duyabilmenin sevincini duydum.
Anneme biraz yalnız kalmak istediğimi söyleyip onu bir sokak aşağıdaki evimize yollamıştım. Ben ise tek başıma sahile gittim. Yolda giderken uçan kuşların sesini dinlemeyi unutmadım tabii. Yanımda sohbet eden yaşlı teyzelerin sohbetine de kulak vermeden edememiştim. Artık her şey daha güzeldi, her şey daha parlak ve anlamlı… Gülümsedim. İnsanlar neye sahip olduğunun farkında değildi. Eskiden sahile gelip saatlerce denizi seyreder, hayal kurardım. Bir gün bu engin denizin kayalara korkusuzca çarpan dalgalarının sesini duyacağıma dair kendime bir söz vermiştim. İşte bugün, tam burada, kendime verdiğim bu sözü tutuyordum.
Sahilde biraz koşup daha önce duymadığım sesleri duymanın tadını çıkardım. Daha sonra yakınlardaki bir çocuk parkına gittim. Biraz nefes almak için boş bir bank buldum çocuk parkında. Evet, kulağımda çınlayan çocuk seslerini ayırt etmek güçtü ama zaten bunun bir önemi yoktu. Bu düşünceler zihnimi meşgul ederken gözüm ona, kenardaki bankta tek başına oturan küçük erkek çocuğa takıldı. Onu böyle yalnız ve morali bozuk gördükçe aynaya bakıyormuş gibi hissettim. Çocuk aklı bir karış havada, elindeki ufak sopayla kuma resimler çiziyordu. Daha fazla dayanamayıp yanına gittim.
Biraz çekingen, çocuğa doğru birkaç adım attım. Ve birkaç adım daha… “Merhaba.” derken kendi sesimin bana garip gelmesine aldırmadım. Çocuk kafasını kaldırmaya bile tenezzül etmedi. “Neden arkadaşlarınla oynamıyorsun?” diye sorduğumda çocuk kafasını şaşkınlıkla kaldırdı ve beni anlamamış gibi kaşlarını çattı. “Neden arkadaşlarınla oynamıyorsun diyorum.” deyip gülümsedim. Çocuk elindeki sopayı usulca banka bıraktı, yüzüme hüzünle baktı. Gözyaşlarıyla dolan gözlerini bana dikti ve işaret diliyle konuştu,
“Seni duyamıyorum.”