İnsan dünyaya geldiğinde kalbinde siyah bir leke vardır derler. Her insan hayattaki amacını bulunca o leke kaybolur gidermiş. Züleyha da o lekenin anlamına denirmiş. Annem, kalbimdeki neyse o gerçekleşsin , istediğim hayatı yaşayım istermiş hep. Bu yüzden adımı Züleyha koymuş. Sanırım benim kalbimdeki o siyah leke bütün çıplaklığıyla orada hala duruyor. Dile kolay üç yıldır tek başıma yaşıyorum. Annemi üç yıl önce bugün kaybettim; babamı en son gördüğümde ise kaç yaşında olduğumu dahi hatırlamıyorum.
Dün psikoloğuma ne kadar yalnız oluşumu ve bunun beni çıldırtacak safhada olduğunu saatlerce anlattım. Birkaç saniye gözlerimin içine baktı, duraksadı ve aynen şu cümleyi kurdu: ”Aileni kaybetmen çok travmatik, bunu farkındayım. Lakin en azından senle birlikte olan arkadaşların ve her gün kafanı dağıttığın bir işin var.” demişti bana. Benim ne bir sosyal hayatım ne de bir işim vardı artık.Çünkü on gün önce istifa etmiştim.
Yalnızlık, en içimizdedir. Ben hariç kimse dışardayken bir an önce eve gidip saksılarla, duvarlarla konuşmak istemez. Sahilde dolanırken kulaklıklarımı çıkardım ve dalgaların sesini dinledim. Rüzgarın tenime çarpışını, güneşin batışını ve kuş cıvıltılarına adamıştım kendimi. Biraz da olsa içimdeki o ağırlık hafifliyordu sanki yürüyüş yapınca. Eve geldiğimde yaptığım ilk iş anahtarları bir kenara fırlatıp uzanmak oldu. O an gözlerimi kapadım ve hayal etmeye başladım. Tek isteğim kouşabileceğim, canımdan çok sevdiğim, dertlerimi düşünmeden anlatabileceğim, sıkıcı hayatıma ortak olabilecek biriydi. Bu kişi bir dost, kardeş veya bir sevgili olabilirdi. Ne olduğu hiç fark etmezdi açıkçası. Öyle biri olsun yeter.
Mucizelere inanmazdım, ta ki o güne kadar. Birden kapı sesini duyunca istemsizce irkildim. Sehpanın üstündeki bozukları sayarak kapıya yöneldim. Kapıcımız Erdal Abi’nin ekmek almak için geldiğini düşünerek kapıyı açtığımda farklı bir manzarayla karşılaştım. Evet, Erdal Abi karşımdaydı fakat yanında 19-20 yaşlarında bir kız da vardı.”İyi akşamlar Züleyha. Bu genç kızla kapıda karşılaştık, seni sordu.” dedi ve gitti. Buğday tenli, maskülen tarzda giyinmiş olan kız, elindeki sırt çantası hafifçe yere bıraktı ve bana sarılmaya başladı.İlk başta ne olduğua anlam vermeden öylece durdum. Sonra bende kollarımı kızın bedenine sararak bu ani sevgiye karşılık verdim. ”İzin verirsen içeri geçebilir miym?” diye sordu. Gülümseyerek ceketini aldım.
Çocukluğum Amasya’da Uygur Köyü’nde geçmişti. İsminin Güliz olduğunu öğrendiğim bu kız, annemin ‘ahiretliğm’ dediği arkadaşı Yadigar Teyze’nin çocuğuymuş. Üniversiteyi İstanbul’da kazanınca annesi buraya gelmesini söylemiş. Ev tutana kadar başını sokabilecek bir yer aradığını söylediğinde ise bu sefer ben sarılmaya başladım. Kim veya nasıl biri olduğu hiç önemli değildi. Yeter ki evde konuşabileceğim, duyabileceğim farklı bir ses olsun. Aramızda 9 yıl yaş farkı olması benim için hiç önemli değildi. Arkadaştan ziyade abla kardeş de olabiliriiz diye düşündüm içimden.
Yol yorgunu demeksizin sabaha kadar konuştuk. Güliz çok içten ve konuşkandı. Köyü, hayatını, dertlerini,ailesini kısacası hakkındaki her şeyi anlatıyordu. Konuştukça konu konuyu açıyor, vakit ilk defa benim evimde su gibi akıp geçiyordu. Mutluluktan dolan gözlerime aldırmadan ayağa kalktım ve yatağını hazırladım. İyi geceler diyerek uyumaya gittim. Aylar sonra bugün ilk defa bu kadar huzurlu hissediyordum kendimi. Yalnızlıktan tamamen kurtulmuştum. Çünkü bana yoldaş biri vardı artık.
…
Daha önce adını bile duymadığım bir insanın, hayatıma girip beni bambaşka biri yapması gerçekten tarif edilemez bir duyguydu. Gelirken beraberinde şans da getirmişti sanki. Üç aydır birlikte gülüyor, birlikte ağlıyorduk. Üstelik içinde sıcakkanlı insanların olduğu güzel bir iş bulmuştum kendime. Ayrıca monoton hayatımı bir kenara bırakmış, birkaç arkadaş edinmiştim. Üç ay önceki ben ile şu anki ben arasında dağlar kadar fark var desem doğrudur. Bu tarz düşüncelere kapılmışken Güliz’in çağırışıyla irkildim. İlk defa: ”Abla!” diye seslenmişti bana. Duygulanarak ayağa kalktım, kollarımı açarak bana sarılmasını bekledim. Sonradan da olsa beni seven bir kardeşim, can yoldaşım vardı.
Mucizeler aniden olan şeylerdir, istemekle çağrılmazlar; ama kendiliklerinden, genellikle de hiç olmayacak bir anda ve kendilerini en az bekleyen kişilere gelirler. Hayat bu sefer bana gülüyordu ve ben de buna gülümseyerek karşılık verecektim. Allah, hazırlıksız olduğum bir anda vermişti kalbime mutluluğu. ”Her şey çok güzel olacak.” diye geçirdim içimden. Her şey çok güzel olacak…