Bundan yüzlerce yıl önce birçok insan bugün basit besin zehirlenmeleri olarak adlandırdığımız durumları ve semptomlarını kişinin ruhunu şeytanın ele geçirmesine yorardı. Bu yüzden öncelikleri kişiyi tanrıya affettirmekti, iyileştirmek ya da çözüm aramak değil. Şifacılardan önce rahipleri çağırırlar, hastayı en çok ihtiyacı olduğu su ve temiz havadan mahrum bırakırlardı. Bu onların içlerini rahatlatma biçimiydi, karanlık içinde yüzmek onlara daha çekici gelmiş olmalı.
Bugünlerde dahi birçoğumuzun tutunacak bir dalı(!), batıl inançları ve sakındıklarında huzurlu bir hayat süreceklerine inandıkları milyonlarca eşya ve davranış var.
Herhalde hepimiz kara kedi görmenin uğursuzlukla bağdaştırıldığını biliyoruzdur. Zavallı siyah kediler, anne babalarını seçme şansı kendilerine tanınmadığı için tarihin ve sokaklarımızın üvey evladı oldular, yüzlerce sene boyunca. Hatta İskoç çobanlar, suratları siyah koyunların kendilerine şanssızlık getireceğine inanarak “kara kedi inancını” kendi kültürlerine kusursuz bir şekilde uyarlamışlar. Bu inancın yeterince yetenekli olmayan bir çoban tarafından uydurulmuş bir kılıf olduğuna neredeyse eminim.
Kendini bilgili ve yetkin sanan çoğu insan dahi bugünlerin “insan öldürmeyen fakat akıl öldüren” safsataları burç ve fal işlerine kafayı takmış durumda. Hatta enerji ve aura saçmalıklarını bilimsel sohbetlerin içinde, ispatı yapılmış ve bilim camiasının neredeyse tamamından onay almışçasına yumurtlamaları çağımızın insanlığın
altın çağını yaşamadığının kanıtı niteliğinde. Yine de bugünlerde kimsenin canına böyle nedenlerden dolayı kıyılmadığı için türümüzün geç de olsa ilerlediğini görmek yeterince tatmin edici.
Bu inançların kökenine indiğimizde, her seferinde bizi ,şüphenin erişemeyeceği kadar derin bir korku karşılar. Gün ışığının azıcık sızabildiği yerlerde ise hırs ve takıntı vardır. Gücümüzün erişemeyeceği yerlere ulaşmak için, boyunun uzanamayacağı yerlere çıkmak isteyen bir çocuğun çiçek vazosundan yardım istemesi gibi biz de dilek ağaçlarından, havuzlardan ve mumlardan medet umarız. Şayet dileğimizin yerine gelmesini değil, kendimize zarar gelmemesini istiyorsak kapımıza nazar boncuğu, evimizin en gözde köşesine yedi işlemeli fil asarız. Eminim ki yedi canlı fili evimize alsaydık daha çok faydasını görürdük.
Yaşama şekilleri ve coğrafi konum, dini inançlar ve insanların başına en çok gelen olumsuz olaylar bu batıl inançların şekillenmesinde en çok rol oynayan etken olsa gerek. Kuzey İskoçya’da druidlik inancını sürdüren insanlar bizim Cadılar Bayramı olarak bildiğimiz Samhuinn’de evlerinin önünde kurban ettikleri horozların kanını akıtırlar, bir çeşit nazardan korunma yöntemi olarak. Ayrıca ismini bu bayrama veren Samhuinn’in gazabından kurtulmak için evlerinin önüne onu beslemek için şeker bırakırlar. Bugünlerde mutlaka evlerinin önünde bir mum, bayram bitene kadar yani üç gün için sürekli yanmak zorundadır. Aksi halde Samhuinn’in evi talan ev sahibini de perişan edeceğini düşünürler.
Bizim kültürümüzde pek yer tutamamış olsa da “13 sayısının” başka kültürler için olumlu veya olumsuz birçok anlam ifade ettiğini duymuşuzdur. Hatta kuşku yetisi yeterince gelişmemiş arkadaşla-
ra sahipsek bazı ülkelerde 13 numaralı sokağın, binanın, katın ve dairenin olmadığından söz ettiklerini hatırlarız, en kötü bunu internette verdiği bilgilerin çoğunun kuşkusuz yanlış olduğunu bildiğimiz sayfalardan okumuşuzdur. Bu bilginin asparagas veya doğru olması bu sayıdan gerçekten korkan ve uğursuzluk getireceğine inanan binlerce insan olduğu gerçeğini ne yazık ki değiştirmiyor.
Bu batıl inançların ve yersiz korkuların sebebinin korku veya hırs olduğunu söylesem de bunu bastırabilmek yeterince kuşkucu bir beynin altından kalkamayacağı bir iş değil. Ancak, kuşku duygusu her düşüncenin özgürce ifade edilebildiği, insanların hür olduğu ve korkusuzca konuşabildiği yerlerde yeşerebilir. Bir iddiayı her anlamda test etme, akıl ve bilgi süzgecinden geçirme ve iddianın doğruluğunu veya yanlışlığını kanıtlarla ispat etme bilimsel düşüncenin sözlükte yazmayan tanımıdır. Bilimsel düşüncenin bilinen en yay-
gın evi okuldur, en azından biz öyle sanarız. Ama oldukça eğitimli bir sürü insanın uğursuzluk getiren eşyalara, şanslarını açan tekniklere ve kaderlerinin yıldızlarının tekelinde olduğuna inandıklarını görmek bize eğitimin okulda başlayabilen veya orada tamamlanabilen bir şey olmadığını gösterir.
Geçmişimiz yeterince parlak değilse ve geleceğimizin de puslu ve bilinmezlerle dolu olduğunu düşününce falcılara ve batıl inançlara inanmanın içgüdüsel olduğunu kabul edebilirim. Ama yine de içgüdülerin sesiyle değil, aklın rehberliğinde hareket etmek belki bize geleceğimizi söylemese de geçmişimizden ders çıkarmamızı sağlayarak geleceğimizi mümkün olduğunca şekillendirmemizi garanti eder.