İnsan olarak hayatımız ne kadar sürüyor sizce? Ortalama 65-70 yıl. Evet, bir insan 70 yılda ne yaşadıysa onu yaşıyor. Kazanıyor, kaybediyor, seviyor, bırakıyor, hastalanıyor, ağlıyor… İşte o upuzun zaman adını “anı” koyduğumuz eylemlerden ve kararlardan ibaret. Atalarımız çok doğru bir söz söylemiş aslında: “Hayat göz açıp kapayıncaya kadardır.” Tek bir kirpik hareketine hayatımıza kattığımız değerin anlamını yüklüyoruz. Dünü, bugünü ve geleceği… Öldüğümüzde kaygılarımızı, pişmanlıklarımızı ve yapmadıklarımızı toplayıp sırt çantamız sırtımızda hayatın o uzun ve virajlı yolunun bittiğini görüyoruz. Bakıyoruz arkamıza; bazen “keşke” diyoruz, bazen “iyi ki” diyoruz ve bunların tek sebebi hayatta kendimize “ders” diye adlandırdığımız çıkarımlarımız ve sonuçları.
Bizler neden hep yakınıyoruz? Mesela, neden her seferinde “Keşke olsaydı.” deyip arkamıza bakakalıyoruz? Neden sürekli geçmişe takılıyoruz? Kurtulamadığımız ya da geçmişimizde bizi bırakmayan neler var? Duygular mı? Düşünceler mi? Anılar mı yoksa kuruntular mı? Bunlara cevap bulunur mu bilemem ama bildiğim tek bir şey varsa o da düne takılı kalmaktan şimdiyi yaşamayıp hayatımızı bomboş bir toz bulutuna çevirmek.
Bu toz bulutu aslında hepimizin hayatında bir dönem belirdi ve sonucunda bununla başa çıkan insanlar ve çıkamayıp bu toz bulutunun içinde kaybolanlar oluştu. İşte ben şimdi size bu toz bulutundan çıkamayan insanların hikayesinin sonundan bahsedeceğim.
Bir adam düşünün. Hayatında yaptığı tek iş mahallesindeki kahvehanede insanlara hizmet etmek olsun. Evine para götürebilmek için yaptığı bu işten bir gün çıkarılmış olsun ve bir başına, işsiz yakınıp dursun. Karşısında duran tüm insanlara bağırıp çağırıp sinirini boşaltsın. En sonunda evine gidip uyuyan bu adamla beraber aradan günler, aylar geçiyor. Adam önüne bakıp devam etmesi gerekirken hala neden işiten çıkarıldığını aramakla vakit öldürsün. Önündeki tüm iş fırsatlarını da kaçırır ve “Neden böyle oldu?” adlı toz bulutunun içinde kaybolur ve yanındaki sevdiği insanları da kendiyle birlikte o bulutun içine sürükler.
Ya da bir kadın düşünün. Bir adam tarafından çok sevilmiş, değer verilmiş. Yeri gelmiş özlenmiş ve tutkuyla okşanmış ruhu. Bir gün sevdiği adamın ona bir hata yaptığını fark etsin ve bu ağır yanlış onun kalbini kırmış olsun. Daha sonrasında ondan özür dileyen ve kendini düzelten adama rağmen kadın bir türlü geçmişi bırakmayıp belki de evleneceği adamla arasındaki ilişkiyi zedeler. Kendi sonunu bir nevi kendi hazırlar. Yine “Neden böyle oldu ki? Neden hata yaptı bana?” adlı toz bulutunun içinde kaybolur ve kendiyle birlikte geleceğini de beraberinde yok eder.
Aslında görülmesi gereken o kadar basit ki… Biz insanlar kör olduğumuz ve gönül gözüyle bakamadığımız için böyle yapıyoruz. Mükemmeliyetçi kişiliğimiz her şeyin gönlümüzce olmasını isterken hayat bize o kadar büyük hediyelerle sürpriz yapıyor ki, arkamıza bakmaktan o hediyeleri kaçırıyoruz.
Dünü toprağa gömmez iseniz yarınlarınız çiçek açmaz. Ne o sürprizleri ne de hayatın size bahşettiği o hediyeleri görüp değerlendirebilirsiniz. Toz bulutlarında kaybolmamanız dileklerime!