Hayvanlar Şehri’nde güneş yine parlak bir şekilde doğmuştu. Bu şehir, insanların olmadığı, hayvanların insanlar gibi düşündüğü ve konuştuğu, kendine özgü bir dünyaydı. Tavşanlar sırt çantalarını alıp okula gider, aslanlar ise takım elbiselerini giyerek ofislerine doğru yola koyulurdu. Ancak bu düzen her zaman böyle değildi.
Bir zamanlar hayvanlar yalnızca insanlara hizmet ederdi. Günün birinde, bilge bir karga, ormandaki yüksek bir ağaca tırmandı ve haykırdı:
“Neden biz konuşmayı öğrendiğimiz halde eğitim almayalım?!”
Bu sözler, tüm hayvanların içinde bir kıvılcım çaktı. O günden sonra, karganın önderliğinde hayvanlar kendi okullarını kurdular. Artık her hayvan, hayalini kurduğu mesleği seçebiliyor, kendi hayatını inşa edebiliyordu.
Bugün, şehrin okullarından birinde Fil, tarih dersinde öğrencilerine şöyle diyordu:
“Bundan 100 yıl önce, insanlar bizleri sadece çiftliklerde çalıştırırdı. Ama şimdi, bilimde ve sanatta onların çok ötesine geçtik.”
Küçük bir sincap, heyecanla elini kaldırdı:
“Peki insanlar neden bu şehri terk etti?”
Fil bir süre düşündü. Ardından ciddi bir ifadeyle cevap verdi:
“Belki de onlar, bizim bir gün bu kadar ileri gidebileceğimizi hiç düşünemediler.”
Teneffüs zili çaldığında sınıftaki öğrenciler hızla dışarı fırladı. Tavşanlar saklambaç oynuyor, baykuşlar kütüphanede kitap okuyordu. Hayvanlar dünyasında artık her şey insanlar gibiydi, ama çok daha adil bir düzen kurulmuştu.
Yine de zihinlerde bir soru sürekli dolaşıyordu:
“Acaba insanlar bir gün geri döner mi?”
Bu sorunun cevabını hiçbir hayvan bilmiyordu. Ancak hepsi, kendi dünyalarını kurmuş olmanın gururunu taşıyordu. Artık Hayvanlar Şehri’nde, özgürlüğün ve eşitliğin ışığında yeni bir yaşam sürüyordu.