İlk olarak, günlük hayatımızda sıkça gördüğümüz kedi, köpek gibi evcil hayvanları düşünelim. Bir köpeğin okula ya da işe gitmesi kulağa biraz garip gelebilir ancak zamanla bu durumun günlük yaşamın bir parçası hâline gelmesiyle bunu normal karşılamaya başlayabiliriz. Peki ya daha farklı bir senaryo hayal edelim: bir gorilin ya da filin işe gittiğini düşünelim. Günlük yaşamda görmeye alışık olmadığımız, vahşi doğaya ait bu hayvanları yolda görsek bile büyük bir şaşkınlık yaşarız. İnsan boyutunun iki katı büyüklüğünde bir canlıyı her gün görmek, pek normal ve alışılabilecek bir durum gibi görünmüyor.
Şimdi daha farklı bir örnek ele alalım: bir aslanın işe gitmesi veya parkta çocuklarla oynaması. Ne kadar zaman geçerse geçsin, bu tür bir duruma alışmak neredeyse imkânsız olurdu. İnsanlar gibi düşünüp araba kullanan ya da parkta oynayan bir aslan hayal etmek, belgesellerde gördüğümüz hayvanların doğalarına oldukça ters düşer.
Bir adım daha ileri gidip bir gergedanın günlük yaşamını hayal edelim. Gergedan sabah eşiyle uyanıyor, kişisel bakımını yapıyor ve çocuklarını hazırlıyor. Çocuklarına kahvaltı yaptırıyor, beslenme çantalarını hazırlıyor ve normal bir aile rutini yaşıyor. Ancak, bu aile evden çıktığında işler karışıyor. Yolda karşılarına timsah, ayı, fil gibi çeşitli hayvanlar ve insanlar çıkıyor. Herkes birbirine şaşkın gözlerle bakıyor, insanlar dışarı çıkmaya korkuyor. Şehir adeta hayvanlarla dolup taşmış durumda. Bu kaos ortamında işe gitmek ya da çocukları okula bırakmak oldukça zor hâle geliyor.
Sonuç olarak hayvanların insan özelliklerine sahip olması pek olumlu sonuçlar yaratmazdı. Şehirlerde bu durum kaosa neden olurken, hem hayvanlar hem de insanlar için doğal dengenin bozulmasına yol açardı. Hayvanların doğal yaşam alanlarında kalmaları, hem onlar hem de insanlar için en sağlıklı senaryodur.