Güneş neşeli, yaşamayı seven, yarınlara umutla bakan, iyi bir ailede yetişmiş ve eğitim almış bir kızdı. Çevresinde onu sevmeyen yok denilecek kadar azdı. Arkadaşları, ailesi, öğretmenleri ve neredeyse tanıştığı herkes tarafından sevilirdi. Düzgün bir yaşantısı ve saygın bir çevresi vardı. Aynı zamanda üniversite son sınıf öğrencisiydi. Fakat hayat Güneş’e her zaman güzellikler getirmedi.
Bundan tam dört yıl önce bugün kanser teşhisiyle karşı karşıya gelmişti Güneş. Hayatının en kötü dört yılını geçirmiş ve hastalık sayesinde günden güne erimiş olsa da hiçbir şey Güneş’i yıkmayı başaramadı. Doktorun umudunu kaybettiğini belli eden sözleri bile ilk günkü ışığını söndüremedi. İçten içe korktuğunu hissetse de bunu kendine bile belli etmedi. Hayatına giren yabancıya hissettiği duygular bu hastalıktan ve korkusundan daha güçlüydü.
Okulunda görmüştü Emir’i. Hastalığını bile unutmuştu onu düşünmekten. Tedavileri herhangi bir gelişme göstermediği için karşısına çıkmaya cesaret edemese de onun varlığını hissetmek bile içindeki çocuk parklarını harekete geçiriyordu. Kanserin karanlığa gömmeye çalıştığı hayatına yeni bir renk kattığını hissediyordu.
Bütün çekingenliğine rağmen Emir’in telefon numarasını bulan Güneş ona kim olduğunu göstermeden ulaşmıştır. Yine de karşısına çıkmak için cesaretini toplayamıyordu. Ne kadar hastalığın onu yenemediğine inansa da ilaç kullanımının sonucunda dökülen kaşlarından ve saçlarından utanmaktan kendini alamıyordu. İlerleyen zamanlarda ise Güneş’in yalnızca sosyal medyadaki hastalığından önce çektiği fotoğraflarını gören Emir de Güneş’ten etkilendiğini hatta aşık olduğunu fark etti. Onu görmeden, ruhuna aşık olmuştu.
Her şeye rağmen Emir aşık olduğu insanı görmek istiyordu. Güneş’le sanki yıllarını geçirmiş gibi hissediyordu içten içe. Yıllarca aynı üniversitede olup onu fark edemediği için kendine kızıyordu. Onsuz geçirdiği her yıl için ayrı pişmanlık duyuyordu ve Güneş’in isteği üzerine imkanı varken ayrı kalmaya devam etmeyi kabul edemiyordu.
Emir’in ısrarlarına dayanamayan Güneş sonunda pes etmişti. Tek sorun vücudundaki iğrenç izler ve dökülen saçlarıydı. Ruhu ne kadar güzel olursa olsun bu lanet onu kirletiyordu. Bütün gece hıçkırarak ağlamış olsa da Güneş aynı gecenin sabahına hiçbir şey olmamış gibi uyandı. Makyaj yaptı, peruk ve takma kirpiklerini taktı. Fakat bunlar yalnızca geçici çözümlerdi. Güneş gelecekte yaşayacağı sorunları düşünmeyi durduramayan beynine engel olamıyordu.
Yarım bırakma korkusuyla yeni bir kitaba başlayamayan Güneş yeni bir hayata adım atmaya hazırlanıyordu. Emir’i yolun yarısında bırakmak zorunda kalacağını ve bunu ona yapmaya hakkı olmadığını biliyordu. Pişman olacağını bile bile kararından vazgeçmedi. Emir her şeye rağmen Güneş’in güzelliği karşısında direncini kaybetti ve gün geçtikçe büyüyen sevgisini dile getirdi.
Güneş her şeyin bu kadar geç yaşanmasının pişmanlığını yaşıyordu içinde. İhtiyacı olan tek şey birkaç yıl fazladan yaşamak ve bu genç adamın hayatına dokunmaktı. Her şeye hazırlıklı olsa da bunu kendine inandıramıyordu. İnandığı tek şey gitmek istemediğiydi. Veda etmek için çok erkendi.
Bu buluşma onlar için hem bir merhaba hem de bir vedaydı. Güneş bir daha ne Emir’i aradı ne de onun aramalarına cevap verdi. Okula gitmeyi bırakan Güneş’in yardımına en yakın arkadaşı yetişti. Emir’le iletişime geçen arkadaşı Emir’i hastaneye çağırdı. Tam olarak yoğun bakım kapısının önünde buluştular.
Güneş hastalığın hayatında onları ayıracak kadar söz sahibi olmasını istemiyordu. Çekip gitmesinin tek sebebi hayatının kontrolünü eline almak istemesi ve Emir’e ayrılığı kolaylaştırmaktı. Bu gerçekleri öğrenen Emir doktorun izniyle Güneş’in yanına girdi. Yaptığı tek şey Güneş’in elini tutmak oldu. Genç kız son sözlerini söylerken gözlerinin içine baktı. ”Üzgünüm bunu yapmak zorundaydım.” Sonrasın Güneş’e kablolarla bağlanmış olan ekrandan tiz bir ses duyuldu. Emir’in son gördüğü ekrandaki düz, yeşil çizgi oldu.