Güneşli bir pazar sabahına uyandım. Normalde sabahları hiç enerjik olamıyordum fakat bugün içimde nedeni belli olmayan bir neşe ve coşku vardı. Üstümdeki pijamalarımdan kurtuldum ve bilgisayar çantamı alıp dışarıya attım kendimi. En büyük zevklerimden biri olan öykü yazmak için evimden sadece beş dakika uzaklıktaki kafeye gidecektim. Beş dakika sonra kafeye vardığımda gördüğüm manzara karşısında şok olmuştum.
Her zaman oturduğum ve bana bir ilham kaynağı olan masaya iyi görünümlü bir adam oturmuştu. Bir elinde kahvesi, diğer elinde ise klasik kitaplardan biri olan ”Yakıcı Sır”. Sinirlenmiştim fakat kitap tercihi oldukça hoştu. Bakışlarım adamı adeta delmiş olmalı ki bir süre sonra ona baktığımı fark edip gözlerini yavaş yavaş kitaptan kaldırdı. Hafif bir gülümsemeyle bana baktı. Ben ise sinirliydim. Her gün dışarıyı gören cam kenarındaki masama oturmak yerine tüm kargaşanın ortasındaki dar yuvarlak masaya oturmak benim canımı sıkmıştı. Gözlerimi adamdan kaçırırken üzerimdeki paltoyu çıkarıp sandalyeme bıraktım ve kahve almak üzere sıraya geçtim. Siparişimi verdikten sonra sıcacık kahvemi alıp yuvarlak masama geçtim. Bilgisayarımı açtım ve öykümde kaldığım yerden devam ettim. Geçen süreden sonra oturduğum yerin bir etkisi olmadığını düşünmeye başladım çünkü kendimi o kadar kaptırmışım ki kahvemin soğuduğunu fark edememişim. Mükemmel bir şekilde yazmaya devam ederken arkamda birinin olduğunu sezdim. Yavaşça arkamı döndüğümde yere eğilmiş bir adamı paltomu alırken gördüm. Bu adam masama oturan adamdı. Paltomu bana uzatıp gülümseyerek ” Pardon, çarpmışım kusura bakmayın.” dedi. ”Sorun değil.” diyebildim arkasından. Masama oturdum fakat yazmaya devam edememiştim. Dikkatim dağılmıştı bu sebeple ben de eve dönmeye karar verdim. Dışarı çıktığımda sabahki güneşten eser kalmamış, hava birden bire soğumuştu. Ellerimi ısıtmak amacıyla cebime koyduğumda elimle bir kağıt parçasını tuttuğumu hissettim. Cebimde ‘Hemen beni ara!’ yazan bir kâğıt parçası buldum. Buruşan kâğıtta son rakamı silinmiş bir de numara yazıyordu. Şaşırmıştım. Son numarası silinmiş olduğundan numaranın kime ait olduğunu kestiremiyordum. Ama bir anda aklıma muazzam bir fikir geldi. Şehrin neredeyse yarısını tanıyan aynı zamanda bir yayınevinde editör olarak çalışan arkadaşımdan yardım istedim. Sağ olsun ki hemen bana yardım etti ve numaranın tamamının kendisinde kayıtlı olduğunu bildirdi. Numarayı aldım ve telefonuma kaydettim. Ürkerek arama tuşuna bastım ve ”Alo?” diyen ses bana tanıdık geldi. Bu masamı kapan adamdı. Ama tabi ki de ona ”Sen bugün masamı çalan ve aynı zamanda paltomu düşürerek tozlanmasına sebep olan adamsın değil mi?” diye sorup kendimi rezil etmeyecektim. Onun yerine daha nazik bir şekilde, ”Buyurun? Kimsiniz?” diye sordum. Güldü. ”Bugün kafede karşılaştık bana ters ters bakmanıza rağmen size gülümsemiştim.” diye yanıtladı. Geri konuşmama izin vermeyerek hemen konuya girdi, ” Açıkçası paltonuz benim yüzümden düştü. Sizin arkanızda gizlice sizin yazınızı okurken siz bir anda dönünce elim ayağım karıştı.”. İşte sinirlenmiştim. Hemen atıldım, ” Siz ne hakla…” sözümü yarıda kesti ve ” Kızmayın ben bir yayınevinin sahibiyim. Öykünüz tam anlamıyla mükemmel. Basmayı öneriyorum böyle güzel bir eserin boşa gitmesi yazık olur.” dedi. İşte o an heyecanlanmıştım. Hemen bu teklifi kabul edip buluşmayı önerdim.
Güneşli bir pazartesi sabahı, bu sefer kafede cam kenarındaki masamda kahvemi yudumlamıyorum. Evim gibi hissettiğim yayınevinde kahvemi içiyorum. Masama oturan adama kin dolu bakışlar atmıyorum aksine minnettar bir şekilde patronuma teşekkür ediyorum. Öykümü bilgisayarımla değil tüm ülkeyle paylaşıyorum. Anlayacağınız tüm hayatım değişti ve bu kadar mükemmel bir yaşam süreceğimi düşünmemiştim hiçbir zaman. Sadece bir kafeye gitmem öykümün onuncu basımının basılmasına vesile oldu. Ve sadece bir kağıt parçasının da hayatımın değişmesine.