Her insanın kendine özgü düşünceleri, totemleri ve bazen de batıl inançları vardır. Bunların birçok sebebi olduğu gibi çoğu aslında nereden geldiğimize, kültürümüze ya da çevremize göre şekillenir. Birçoğumuz akılcı yöntemleri hayatında uygulamayı tercih ederken diğer taraftan da kalbinin ve arzularının sesini göz ardı edemez. Kimilerimiz hayattaki rolünü Murphy Kanununa kimilerimiz de Çekim Yasasına göre belirler.
Her ne kadar yasa olarak anılsa da bilimsel olarak kanıtlanmamasıyla beraber sözde bilim olarak kabul edilen “Çekim Yasası” en basit haliyle pozitif veya negatif düşüncelerin bir kişinin hayatına olumlu veya olumsuz deneyimler getirdiği inancıdır. Bu inancın içinin boş olduğunu iddia edenleri görünce aklıma gelen soru ise şu oluyor: “ İnanmak başarmanın yarısıdır. “ sözüyle büyüdüğümüz bu dünyadan değil miydi onlar?
Evren ve insan arasında sürekli bir enerji alışverişi vardır ve her düşüncemiz birer enerjidir. Enerjilerin yayılmasıyla düşüncelerimiz gerçeğe dönüşür, bu pozitif anlamda da olabilir negatif anlamda da ve sonuçları düşüncelere göre şekillenir. Odaklandığınız, belki korktuğunuz ve endişelendiğiniz belki de çok arzuladığınız şeylerin hepsi aslında birer olasılıktır. Bu milyonlarca olasılık arasından yeri geldiğinde bilinçli yeri geldiğinde ise bilinçsiz olarak belirlediğiniz rotaya göre yolculuğunuzu sürdürürsünüz.
Sadece düşüncelerle bitse keşke, fakat ağzınızdan çıkan bir söz bile evrene iletilir ve etkilerini gösterir. Hepimizin hayatında zincirleme kaza misali art arda kötü olayların yaşandığı dönemler olmuştur illaki. Sebebi ise o kadar da komplike değil aslında, yaşanılan negatiflikler yüzünden düşünceler de olumsuza kayar ve bu bir döngü haline gelir. Maalesef ki insanların birçoğu negatife odaklananlardan oluşmaktadır. Her zaman en kötü olasılığı düşünmekle başlarız ve en iyi olasılığı görmeye olanak bile vermeyiz kafamızda. Sürekli odağımızın olumsuza kaymasıyla da onları hayatımıza olumlu olasılığa nazaran kolaylıkla çekeriz. Çünkü bir şeyin en iyi ihtimalini düşünürken yoldaki engelleri görünce daha denemeye bile yeltenmeden vazgeçeriz.
Hayatımıza bir şeyi en kolay yolla çekmek için ise zaten bir yöntem var aslında: imgelemek. İmgelemeyi hayal etmekle aynı anlamda değerlendiren tonca insan vardır, doğrusunu söylemek gerekirse zaten onlar anca hayal aleminde kalmayı sürdürebilirler ve hayatlarına çektiklerine mahkumlardır. Aradaki ince çizgi aslında çok koyudur dikkatli bakınca. Hayal etmek, sadece olmayacak şeylerin taslağını film gibi izlemektir. İmgelemek ise olacağına inandığın senaryoları yazıp oynamaktır. Sporda psikoloji konusuyla alakalı okuduğum bir araştırmanın deney sonuçları beni çok şaşırtmıştı. Negatif ve pozitif düşünen iki sporcu seçiliyor ve belirli bir süre boyunca negatif düşünceli sporcu düzenli antrenman yaparken pozitif düşünceli sporcu ise hiçbir fiziksel aktivite göstermeden her gün sadece imgeleme çalışmaları yapıyor. İmgelerinin içerisinde sadece olmasını istediği olasılıklara yer verip onlara odaklanıyor, olası durumları kafasında planlıyor. Belirlenen sürenin sonunda ise bu iki sporcunun yarışlarda gösterdikleri performansları karşılaştırılıyor ve şaşırtıcı bir şekilde sadece imgeleme yapan sporcu daha yüksek bir performans sergiliyor.
Sadece bilimsellikle doğru orantıda yaşanılmadığı gerçeği görülen örneklerle de beraber yadsınamazdır bence. Ön yargılı yaklaşmadan daha basit açıklamalarla değerlendirildiğinde günlük hayatımızdan çok da uzak olmayan bir tablo görüyoruz aslında. “Çekim Yasası sadece kişisel gelişimciler tarafından pazarlanan bir üründür.” diyerek bir kenara atmak yerine farklı noktalardan ele alarak kendimize uyarlamalı ve kendimize göre yorumlamalıyız. Böylece kendi senaryomuzdaki rolümüzü de kendimiz belirleyen bir güç haline gelebiliriz.