Hayat Ölümü Aşmadan Kapıl Maviye

Denizi ne bu denli hırçın ne de bu kadar toy okumuştum.

Edebiyat öğretmenimin tavsiyesi üzerine elime aldığım ve daha 10. sayfasına ulaşmamışken satırlarında kaybolduğum, kulaklarımda Nazım Hikmet şiirleri çınlatan eser Aganta Burina Burinata. 1946 yılında yayımlanan roman Halikarnas Balıkçısı tarafından kaleme alınmıştır. Eserin bende uyandırdığı deniz sevgisinden bahsetmeden önce yazarından söz etmek isterim.

Nam-ı diğer Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın hayatı eşi benzerine rastlanmayanlardandır. Osmanlı İmparatorluğu’nun en köklü ailelerinden, kan dondurucu bir cinayete, sürüldüğü bir şehre aşık olup yeniden doğmaya doğru giden bir yaşam bu.

Cevat Şakir 17 Nisan 1890 tarihinde Girit’te dünyaya gelir. İçinde bulunduğu Şakir Paşa ailesi, Osmanlı’nın en önde gelen ailelerinden biridir. Oxford Üniversitesi’nde “Yakın Çağ Tarihi” okumaya başlar fakat okula bir türlü ısınamaz. Okulun akademik yönünü ne kadar eleştirse de geniş çaplı kütüphanesinden epey yararlanır.

İngiltere’den sonra genç adamın yolu İtalya’ya düşer. Agnesia isimli İtalyan bir kadınla tanışır ve evlenir. Aynı zamanda yeni diller öğrenir ve resim dersleri alır. 1914 senesinde Cevat Şakir Kabaağaçlı eşi ile Türkiye’ye döner. Cevat Şakir’i Halikarnas Balıkçısı’na çevirecek olan olaylar zincirinin ilk halkası 1914 senesinde yaşanır.

-1914 haziran-  Cevat Şakir’in babası Mehmet Şakir Paşa, ailenin Afyon’da bulunan çiftlik evinde ölü bulunur. Tabanca ile vurulmuş ve cinayete intihar süsü verilmiştir. İntihar süsü acemice olsa gerek yapılan soruşturmalar sonucunda Mehmet Paşa’nın, oğlu Cevat Şakir tarafından katledildiği ortaya çıkar.

Cinayete dair birçok efsane ortalıkta dolaşır fakat bunlardan en ilginci de Mehmet Paşa’nın İtalyan gelini ile gizli aşk yaşadığı ve Cevat Şakir’in bunu öğrenmesi sonucu babası ile geçirdiği şiddetli tartışmada onu tek kurşun ile öldürdüğüdür.

Olayın faili olan Cevat Şakir senelerce bu konu hakkında tek kelime etmemiş seneler sonra Azra Erhat’a yazdığı mektupta, babası ile girdiği tartışma sırasında babasının Cevat Şakir’e ateş etmek için hamle aldığını onun da kendisini savunmak için Şakir Paşa’yı vurduğunu söyler ama münakaşanın sebebini asla söylememiştir. En sonunda cinayet sebebi karanlık bir sır olarak rafa kaldırılır.

 

On dört sene hapse mahkûm edilen Cevat Şakir, yedi sene sonra vereme yakalanması sebebiyle serbest bırakılır. İstanbul’a döner ve tam hayatını yeniden kurmuşken “Resimli Hafta”adı verilen dergide yayımlanan bir yazısı yüzünden kendisini ikinci kez parmaklıklar ardında bulur.

Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Nasıl Ölüme Gider” isimli yazısında, Afyon Cezaevinde tanıştığı üç idam mahkûmunun yaşantısını kaleme alan Cevat Şakir idamla yargılanır ancak üç senelik kalebentlik cezası alarak idam edilmekten kurtulur.

O zamanlar Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir şehrine sürgün edilir. Bu şehir o kadar uzaktır ki yargılandığı şehir Ankara’dan dört ayda varabilir oraya.

Bodrum’a…

O yıllarda Bodrum bir balıkçı kasabasıymış. Cevat Şakir Kabaağaçlı eserlerinde yer verdiği birçok kahraman da denize aşıktır zaten.

Üç senelik cezasının yarısını Bodrum’da geri kalan yarısını da emredildiği üzere İstanbul’da geçirir. Yazar o kadar aşık olmuştur ki şehre, cezası sonlanır sonlanmaz Bodrum’a geri döner.

Bodrum’un eski adı olan Halikarnasos’u kendine isim olarak belirler ve yeni hayatının başlangıç bildirisi olarak kendine armağan eder. Asıl kimliğinin övgüleri hak etmediğini belirtir yazar. Yaşadığı tüy ürpertici olaylar sonucu öz saygısını adeta kaybetmiş duruma düşer.

Bodrum ona denizciliği öğretir. Bir süre sonra Bodrum’u avucunun içi gibi bilir hale gelir. Burada şahit olduğu güzelliklere dostlarını da dahil eder ve maviye karşı bir yolculuk başlatır. Bu yolculukta; Sabahattin Ali, Necati Cumalı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Erol Güney gibi sanat ve edebiyat hayatının önemli isimleri ona eşlik eder. Yanlarına ne bir radyo ne de gazete alırlar. Eşsiz mavinin hırçın dalgalarında haftalar geçirirler.

Halikarnas Balıkçısı; öğretmen, yazar, denizci, tur rehberi olarak Bodrum’da tam tamına 25 sene geçirir ve bu süreçte onlarca eser kaleme alır.

Ne yazık ki araya hayat girer ve çocuklarının eğitimi için 1947 senesinde İzmir’e taşınır. Kent hayatına bir türlü alışamaz ve hep Bodrum’u özler. Halikarnas Balıkçısı’nın hayat yolculuğu ise kemik kanseri yüzünden 13 Ekim 1973 senesinde son bulur.

Gelgelelim o esere yani Aganta Burina Burinata’ya.

Ben bir kitap okudum ve denize aşık oldum. Halikarnas Balıkçısı bu eserinde denizle bütünleşmiş insanların hayatlarını ele alır ve hayata onların penceresinden bakmamızı sağlar.

Kitabın başkahramanı olan Mahmut, küçük yaşlarından itibaren denize oldukça tutkulu biridir. Ailesi bu tutkusunu fark etmiş ancak Mahmut’un babası Süleyman Kaptan ve birçok aile yakını denizin sert yüzü ile karşılaşmış ve hayatlarını denizde yitirmiştir. Bu yüzden onun da denizci olmasına razı gelmezler.

“Rahmetli babamı andıkları vakit ‘Nur içinde yatsın’ veyahut ‘Toprağı bol olsun’ demezlerdi. Çünkü babam denizde boğulmuştu.”

Ailesi Mahmut’un deniz aşkını unutturmak adına onu bir eskicinin yanına çırak olarak verirler. Şans bu ya ustası da eski bir denizcidir. Aralarında geçen dolu dizgin deniz sohbetleri Mahmut’un içindeki deniz sevgisini iyice kabartır ve yolunu bir şekilde denize doğru sürükler.

Halikarnas Balıkçısı’nın anlattığı karakterler denizden el etek çekmiş, denizi kendine düşman bilen insanlardır ama bir yandan da aralarında kopmayan bir bağ vardır.

Su, deniz hepimizin kurtuluş gördüğüdür aslında. Sonsuz mavi kimi zaman içimizi ürpertirken kimi zaman da sorunlarımıza çözüm yaratacak hale gelir. Deniz dalgalarının sesi bazen bir işkenceyken bazen özlediğimiz insanların yansımasıdır.

Bu eseri okurken deniz, benim geçmiş ve gelecekteki arayışlarım ve korkularımdı. Hayatımın bir yerinde benimle beraber yaşadığını bildiğim insanları defalarca kez gözümün önüne getirdim. Bazen ağladım, bazen kahkahalar attım. Aklımda sadece bir şiir canlandı…

Senin adını kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var, ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyzünü başımın üstünde görmek bana yasak…
Burası benden başka kaç insanın evidir?
Bilmiyorum.

Ben bir başıma onlardan uzağım,
onlar hep birlikte benden uzak.
Bana kendimden başkasıya konuşmak yasak.

Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim öyle bir dokunuyor ki içime yüreğim parçalanıyor.

Ve tıpkı o eski acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek, mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek senin bağrına sokulmak istiyor.
Yüzümü kızartmıyor benim onun bu an böyle zayıf
,
böyle hodbin,
böyle insan oluşu.

Belki de sebep buna bana aylardır kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan bu demirli pencere, bu toprak testi, bu dört duvardır…” Nazım Hikmet

Hepimizin hikayeleri aynıdır. Doğayla bağımız kopmuş şehir hayatı hapsetmiş ruhumuzu. İşte bu eser bana renkli, tecrübeli insanları anlattı. O kadar griymiş ki hayatımız…

Halikarnas Bakışçısı Akdeniz’i “Masmavi” diye betimliyor. Belki de hiç kimse masmaviyi bu kadar tutkulu söyleyemezdi. Oysaki kendini doğanın eşsiz canlılığına bırakan insan bağ kurduğu hayatla iç içe giriyor. İşte Aganta Burina Burinata da bana bunu öğretti. Her kahraman tutkularını doğaya aktarmış ve her şeye rağmen güçlü, mutlu ve özgür.
Hayat ölümü aşmadan maviye kapılın.

 

 

(Visited 59 times, 1 visits today)