Hayatın anlamı ne? Ya da bizim amacımız?
Bu soruyu hayatımız boyunca defalarca kez duymadık mı? Güldürmeyin beni.
Dürüst olun benimle, hepimiz bu soruyla bıkacağımız kadar çok karşılaştık…
Bazen bir hatibin ağzından duyduk onu, bazen eski bir kitabın sayfalarında okuduk; belli mi olur, bazen reklam panolarında bile gördük!
Peki sonra ne yaptık?
Merak etmeyin; vurdumduymazlığımızdan, 21. yüzyılın ruhsuzluğundan, tek bir dakikasını günlük hayatı dışında bir şey düşünmeye ayırmamış kişilerden dem vurmayacağım.
Onlardan bahsetmeye değer mi? Şüphesiz. Ancak insanlar olarak hepimizin bilmesine rağmen çoğumuzun şu ya da bu sebepten dillendirmediği bir gerçek var ki o da herhangi bir şeyi tekrarlamanın önemini azalttığı.
Yine de dürüst olalım: Çoğumuz düşünmeden geçti, birazımız o sırada aklında beliren ilk cevabı kendi kendine mırıldandı. Birkaç kişi de kafasını meşgul edecek başka bir şey olana kadar düşünüp sorguladı. Hadi ama, patronunuzla kariyerinizin geleceğini konuşurken hayatın anlamı kimin umurunda olur? Düşünecek başka şey mi kalmadı?
Kendimize karşı acımasız olmamızın ne gereği ne de faydası var: Gerçekten de her birimizin kendi iyi ve kötü yanlarıyla, mutlulukları ve sıkıntılarıyla meşgul hayatları mevcut, özellikle de dur durak nedir bilmeyen bu çağda! Herkes çok şey isteyip amaçlıyor; bu kadar çok isteğe, hedefe erişmek kolay mı? Kabullenelim ki insanlık tarihi boyunca toplumların bütünüyle en çok gerilime sahip olduğu dönemde yaşıyoruz. Bu nedenle de; üzerine uzun uzun ve sakince düşünme gerektiren, cevabını öğrenmenin de bize ancak manevî olarak yardımda bulunacağı bu soruların arkasındaki hakikati keşfetmek her zamandakinden daha zor.
Ama biz yine de günümüzün şartlarına rağmen ve günümüzün şartları üzerinden bu çok temel iki soruyu cevaplandırmaya çalışalım.
Bizim anlamımız ve amacımız ne?
Sanmayın ki bu soru cevaplandırmaya çalışılmadı daha önce; kaç bilim insanı, kaç düşünür bu soruya cevaplar aradı; kaçı hayatlarını bu sorunun cevabının bulunmasına biraz olsun yardım etmek için harcadı, ama hiçbiri de herkesi tatmin edecek bir ve gerçek cevap bulmayı başaramadı. Zaten hayatlarını bu soruyu cevaplamaya adayanların çoğu da bunu diğer cevaplardan tatmin olmadıkları veya onları sindiremedikleri için yaptı.
Benim şahsî fikrimi soracak olursanız, bu tek ve gerçek cevabı arama çabası her ne kadar asil olsa da, amacına ulaşması neredeyse imkânsız. Zira (bana kalırsa tabiî ki) kendimiz de göreceli canlılar olarak bizler, her birimiz hayata farklı bir yönden baktığımız için hayatı da göreceli olarak, dolayısıyla farklı farklı algılıyoruz; çünkü büyük resmi göremiyoruz. Aramızda resmin tamamını değilse de kıyasen daha büyük bir kısmını görmüş olanlar var, o yüzden onların yaptığı tanımlar genellikle daha doğru oluyor. Ancak resmin tamamını görmenin tek bir kişi için imkânsız olması sebebiyle kimse doğru bir tanımı yapamamış, yapamıyor ve de neredeyse kesin bir şekilde asla yapamayacak. Aynı durum tabiî ki insanlığın amacı için de geçerli.
Hayatın anlamının hakkında bir kanıya varmam istenseydi şunu söylerdim:
“Birbirinden olabildiğince farklı milyonlarca insana bu soruyu sorun, aldığınız mantıklı cevaplara sakin sakin ve düşüne düşüne bakın, cevaba onu evine kapanarak arayan çoğundan daha fazla yaklaşmış olacaksınız. Birilerine gökten zembille bilgelik indiğini mi düşünüyorsunuz ki cevap yalnızca birkaç kişide olsun?”
İşte böyle, benim düşüncemi dikkate alacak olursanız hayat göreceli olduğu için cevap da zordur; ama insanlığın amacı denilince benim için durum değişir. Bana kalırsa insanlığın ortak bir amacı olması söz konusu olamaz, geçmişte de asla olmadığı gibi. Fakat bu soruya oturduğu evinden cevap birinin görüşünü de ancak bir yere kadar ciddiye almalısınız.
Doğrusu herkesin bu sorulara kendi cevaplarını bulup onları benimseyebilmesi gerekiyor ki hepimize göre farklı bir anlam taşıyan bu hayatta yönünü belirlesin ve bilinmezliklerin görkemli ancak tehlikeli uçurumlarında kaybolmasın.