Işığı gözlerini acıtan monitörün başından kalktı çocuk. Yavaş adımlarını neredeyse boş sayılabilecek odadaki tek düzgün mobilyaya, yatağa, yönlendirdi. Bedenini soğuk kumaş parçasının üzerine bıraktığı gibi kapandı göz kapakları. Saatlerce parlak ekrana maruz kalan gözleri rahat bulmuştu sonunda.
Oldukça karanlık bir odada açtı gözlerini. Siyah duvarların arasına sıralanmış kapıları seçebiliyordu yalnızca. Aniden sağ tarafına yansıyan kırmızı ışık ile döndürdü başını korkuyla. 19.06 yazılıydı kocaman rakamlarla ekranda. Ağırlığını ellerine vererek doğruldu kahverengi saçlı çocuk. Üç tane kapı saymıştı. Tedbirli adımlarla ilkine doğru ilerledi ve soğuk kolu tutarak yana çevirdi.
Yüzüne çarpan ılık rüzgar saçlarında gezindi. Güneş tepede tüm sıcaklığı ile parlıyor, çimenler rüzgara usul hareketleriyle eşlik ediyordu. İçeri bir adım attı çocuk, bir tane daha. Odanın derinlerine gittikçe büyüleyici manzaranın esiri oluyordu. Üstünden geçen kuşlara, ağaçtaki elmalara baktı. Çocukken oynardı burada. Bu yerin aslında şu an şahit olduğu kadar güzel olmadığına emindi. Ancak burada biriktirdiği anılar her şeyden güzel yapıyordu bu yeri onun için Yeniden bir çocuk gibi hissettirmişti ona gördüğü her detay. Arkasını döndü doğanın bu hediyesine, öteki kapıya yönelerek.
Dağınık bir mutfağa girdi şimdi de. Yerde yumurta kabukları, açılmış gıda paketleri vardı. Tezgaha serpiştirilmiş un ve kaptan damlayan kek hamuru. Bir de iki çocuk duruyordu bu tezgahın başında. Bir tanesi saçları ve yüzüne bulaşmış unları temizlerken diğeri kabın dibinde kalan hamuru kaşıklıyordu. Bu anıyı da dün gibi hatırlıyordu her şeyi uzaktan izleyen çocuk. Kek yapmak istemişti o ve kardeşi. Sonunda keki yakmışlardı ama yıllar geçse bile aklında kalan bir anı olmuştu onun için. İki çocuk kalıbı fırına koyarken son kez gülümsedi onlara ve terk etti odayı. Son odaya yönelirken kalbi göreceği şeylerin heyecanıyla atıyordu.
Sonbahar mevsiminin insanı büyüleyen günlerinden birine giriş yapmıştı. Ağaçlardan dökülen yapraklar farklı renkleriyle yeri boyuyor, o üzerlerinde yürüdükçe hışırdıyordu. Henüz ömrü bitmemiş olanlar ise ağaçların ince dallarında sallanıyor, rüzgarın yarattığı ezgiye eşlik ediyordu. Aşağı bakınca gözüne çarptı bir bulut kadar beyaz tüylere sahip kedi. Koca gözleriyle ona bakıyor, zarif sesiyle miyavlıyordu. Bayılırdı kedilere, özellikle de şu an önünde durana. Küçükken okul dönüşlerinde sürekli oynadığı kediydi bu. Kimi zaman çantasının ipleriyle oynar, kimi zaman ise kucağında dinlenirdi. Bir akşam görememişti kediyi ortalıkta, her yere baksa da o zamandan sonra bir daha duyamamıştı hiç miyavlamasını. Eğilip başını okşadı kedinin. En sevdiği mevsimin güzel havasını bir kez daha içine çekip kapıya yöneldi.
Karanlık yere geri döndüğünde kapı arkasından kapandı. Tıpkı biraz önce olduğu gibi kırmızı ışık duvara yansıdı tekrar. Şimdi 19.07 yazıyordu koca ekranda. Işık gitgide artarak gözlerini acıtınca yumdu ela gözlerini. Hızla doğruldu oturduğu yerde. O an hiç yatağına gitmediğini fark etti. Gözlerini acıtan ışık ise bilgisayardan yansıyan ışıktı. Adeta bir cep saatiydi hayal gücü. Ama mutlu olduğu zaman anlıyor ve kendiliğinden duruyordu. Şimdi yapayalnızdı ancak hayalleri hala çok huzurluydu. Gözlerini yumarak kaçamayacağı ışığa verdi dikkattini bu sefer, işine odaklanmasının zamanı gelmişti.