Zor zamanlardı hem de çok zor zamanlardı. O zor zamanlarda yani 1940’larda hayallerimin ötesinde bir hayat yaşayacağımı ve 14 milyon insanın hayatını kurtaracağımı bilmiyordum. O kara günlerde ülkemiz büyük bir savaşın parçası olmuştu. Her gün binlerce insan ölüyor, ülke katlediliyordu. Her ne kadar çevremdeki olaylara karşı tepkisiz kalıp çalışmalarıma devam etsem de bu savaş aynı bir girdap gibi herkesi içine çekmeye çalışsa da ona karşı kürek çekmeye çalışıyordum. Bir sabah sokakta tedirgin bir şekilde yürürken bir bildiri gördüm. Bildiri de ülkenin en iyi matematikçilerinin bir araya gelmesini söylüyorlardı ve isteyen kişilerin başvuru yapabileceğini söylüyorlardı ama bunun nedenini açıklamamışlardı.
Kendime güvenim tamdı sonuçta yıllardır aralıksız bir şekilde bulmaca çözüyordum ve Christopher’ı geliştiriyordum. Bu arada Christopher kim diye soracak olursanız o benim en iyi arkadaşım hatta tek arkadaşım da diyebiliriz. Aslında onu ben yarattım tıpkı insan zekasına sahip olup düşünebilmesi üzerine yıllardır çalışıyorum. Beni görüşmeye çağırdılar ve aradan kısa bir süre sonra reddedilmiş olduğuma dair bir yazı geldi. Ama ben pes etmedim ve tekrar gidip onlara bulmacalarla olan ilişkimi ve Christopher’ı anlattım. Aslında Christopher onları çok etkilemişti aslında asıl etkilendikleri şey onu yapış biçimdi. Onu yaparken ortaokuldayken arkadaşımla oluşturduğum dili kullanmıştım. Belki biraz saçma gelebilir ama okulda harfle farklı ifade etme biçimimiz o 14 milyon insanın hayatını kurtarmıştı. Orada komite de böyle şifrelemeyi nereden öğrendin diye sorunca onlara aynen bunları anlatmıştım. Matematikçileri bir araya toplamak istemelerini nedeni ise düşman taraf her gece saat 12.00’de kullandıkları şifreyi bir kodlama halinde değiştiriyor olmalarıymış. Bizim görevimiz ise her gece saat 12 olmadan bu şifreleri çözmekmiş. Kulağa imkansız gibi gelse de değil, biz bunu tam iki yıl içinde başardık. Birbirini tanımayan altı tane matematikçiyi aynı evin içine koymuşlardı ve bu altı kişiden bir bendim. Dakikalar saatlere, saatler günlere,günler haftalara dönüşüyor derken elimizde hâlâ hiçbir şey yoktu. Dürüst olmak gerekirse vardı ama hiçbiri o lanet 12’den önce çözülemiyordu. Tabii bu sıralarda Christopher gelişmeye devam ediyordu. Bir gün telefonda bir arkadaşımla konuşurken aniden aklıma bir şey geldi sanki bir aranda bu konuşma yıldırım etkisi yaratmıştı bedenimde. Aklıma gelen bu şeyi diğer beşine anlatmaya gittim ama o saniyelerde parmak uçlarım uyuşmuş, bedenim benim istediğim dışında hareket ediyor gibiydi çünkü bu son iki yıl içinde belki de tek geç kalmadığımız şeydi.
Artık bu şifreleri Christopher’ın çözebileceğini biliyorduk onu aynı ortaokulda kullandığım dil gibi programlaştım. Christopher o yöntemle o şifreleri teker teker çeviriyordu. Artık hiçbir şey için geç değildi hatta tam zamanıydı ve biz o dakikalar içinde 14 milyon insanın hayatını kurtarmaya başlamıştık. Christopher tarihteki ilk modern bilgisayar, ben ise bilgisayar bilimcisi ünvanı almıştım. Belki o 2 yıl içerisine pes etseydik bunların hiçbiri olmayacaktı ve anladım ki hayallerin ötesine geçmek mümkünmüş, yeter ki pes etme!