Her zaman gittiğim kütüphanenin kapısında yine gelmiştim. Bütün sıkıcı günlerin aksine bugün masmavi gökyüzünün üstünde bir de gök kuşağı konmuştu. İçeri girip kitapları incelemeye başlamıştım. Kapağı ışıl ışıl parıldayan bir tanesini alıp incelemeye başladım. Etrafımdaki her şey yok olmaya başladı. Tek görebildiğim hiçbir amaçları olmayan insanların tekdüze yaşamlarıydı. Hayır, hayalimdeki dünya böyle olamazdı. Ne demişti Montaigne? ‘Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder; çünkü, her yere olmak hiçbir yerde olmamaktır.’ Bu yüzden kitabı kapatıp hemen yerine kaldırdım.
Bir başka kitap gördüm kuytu bir köşede. Küçücük pek de göze çarpmayan eski püskü bir şeydi. Bu defa da onun beni kendi dünyasına çekmesine müsaade ettim. Birden etrafımı bir savaş alanı kapladı. Birbirine ateş eden milyonlarca insanla birlikte. Bu kitap da hayalimdeki dünya değildi. Karşısındaki raftan rastgele bir kitap seçmeye karar verdim bu sefer. Şimdi de sevgiden yoksun bomboş bir diyardaydım. Sevgi, arkadaşlık ve dostluk olmadan nasıl yaşanabileceğini düşünemiyordum bile. Giderek hayalimdeki dünyayı bulabilme umutlarımın azalmasına karşın arayışıma devam etmekte kararlıydım. Bu yüzden heyecanla bir sonraki kitabı açtım. Kapağı gök mavisi rengindeydi. Yepyeni duruyordu. İlginç ve farklıydı. Kapağını açtım ve kendimi yapayalnız bir gezegende buldum. Başka hiç kimse yoktu. Kimsesiz yaşamayı hayal etmek bile acı vericiydi doğrusu. Hayalimdeki dünyada böyle bir şey söz konusu bile olamazdı.
Ama ne yapsam asla bu dünyayı bulamıyordum. Öğleden önce geldiğim kütüphanede kimse kalmamış hatta hava kararmaya başlamıştı. İdealimdeki dünyayı ararken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım bile. Fakat bu iş hiç de bu şekilde olacağa benzemiyordu. O yüzden orada bir karar verdim. Düşlerimdeki dünyayı kendim yazacaktım. Bu kararla başladım yazmaya. Kendi dünyamdaki birinci ve en önemli kural saygıydı. Herkes herkese saygı duyardı. Sonrasında gelen kural ise sevmekti. Çalışkan olmaktı. Ve daha bir sürü kural vardı. Mesela Gerorge ve Lenie benim dünyamda her zaman istedikleri hayata kavuşuyor, Bruno asla çitin diğer tarafına geçmiyordu.
Hayallerimi süsleyen bu dünyayı yazarken resmen zaman kavramını yitirmiştim. Kütüphane görevlisinin gelip beni uyarması üzerine kendime gelip saatlerdir yazdığım bir tomar kağıdı da alıp oradan çıktım. Çok da sinirliydim. Çünkü yarattığım bu mükemmel evreni asla gerçeğe dönüştüremeyecektim. Tam da böyle düşündükten sonra üstünde çalışmakta olduğum kağıt parçalarını tek tek yırtıp çöpe attım. Ne de olsa hiçbir anlamı olmayan düşlerden başka bir şey değildi.