Bu yarıyıl tatilini annemle İngiltere’de geçirdik. Bu, önceden planlanmış bir geziydi. İngiltere’yi ilk kez göreceğim için heyecanlıydım. Özenle bavulumu hazırladım ve beni bekleyen maceraları merak ederek yola çıktım.
İngiltere’nin uçaktan görüntüsü çok güzeldi. İniş saati yaklaştıkça heyecanım artıyordu ve nihayet havalimanında bavullarımızı beklemeye başladık. Kısa bir yolculuktan sonra konaklayacağımız yere vardık. İlk günü dinlenmeye ayırdık çünkü Türkiye-İngiltere arası saat farkı biraz dengemizi değiştirmişti. Uçak yolculuğumuza saat 10.30’da başlamıştık fakat indiğimizde saat halen 11.30’du.
Sonraki günü Londra’da geçirmeyi planladık. Londra gerçekten de anlatılanların hakkını veren büyüleyici bir şehirdi. Öncelikle London Eye’a binip, nehir ve otobüs turu yaptık. Nehir tertemizdi, bir tane bile çöp yoktu. Oradaki insanlar bu konuda çok hassastı. Çevreyi kirletmek, hayvanların hor görülmesi ya da insanlara yapılan haksızlıklar… Bunların hiç birinin olmasına izin vermezler yapılmaması için ağır cezalar uygulanırdı. Sokakta bir tane bile sokak hayvanı yoktu, her yerde geri dönüşüm çöpleri vardı, insanlar çok mutluydu ve din, dil, ırk ayırmaksızın herkes birbirine saygılıydı. Bu nedenle de ülkenin refah seviyesi yüksekti.
Ertesi gün Cambridge’e gitmeye karar verdik. İngiltere’de en sevdiğim en beğendiğim ve en eğlendiğim şehirdi. Adeta Cambridge Üniversitesi’ne nutkum tutulmuştu, içini gezerken ağzım açık kalarak etrafa baktım. Aslında oradaki her üniversite muhteşemdi. Her taraf yeşille kaplı, sessiz sakin ve huzur verici bir havası vardı. Fakat gece ortamı… İşte o zaman işler tam tersiydi. Her yer ışıl ışıl öğrencilerin cıvıl cıvıl sesleriyle kaplı matrak bir ortama sahipti.
Birkaç gün Cambridge’de konakladıktan sonraki istikametimiz yine Londra, Oxford Street’ti. Her tarafımız etkileyici mağazalarla doluydu. Dünyanın en ünlü markaları… Bolca alışveriş yaptık. Türkiye’de olmayan ve çok daha kaliteli ürünler vardı. Ardından dünyaca bilinen Trafalgar Meydanı’na gittik. Çok kalabalıktı, herkes fotoğraf çekilmeye çalışıyordu. Meydanın etrafında bale yapan küçük kızlar, müzik aleti çalan sanatçılar vardı, insanlar keyifle onları izliyordu. Sonraki günlerde ise İngiltere’nin başka şehirlerini gezmeye devam ettik. Buna bir örnek; Peterbrough. Peterbrough daha çok emekli olan yaşlı insanların yerleştiği sessiz ve huzurlu bir şehirdi. Burada ise kiliseleri ziyaret ettik. En ünlü kilisesi Saint Peter’s Cathedral’di. Kilise devasaydı, yerde mezarlıklar duvarlarda meşhur kişilerin biyografileri ve ayin yapılan kısım.
Tatil boyunca en sevdiğim gün; doğum günüm olan 31 Ocak Salı günüydü. O günü sabah 9’dan gece 12’ye kadar dışarıda geçirdik. Londra sokaklarında…Hyde Park, The British Museum, Camden Town, Liverpool Street, Buckingham Palace, The Shakespeare Museum…