“Bir denizanasına yeterince bakarsanız, gözünüze atan bir kalp gibi görünür. Türü önemli değildir: İster yanıp sönen ışıklarıyla kan kırmızı bir Atolla olsun, ister fırfırlı çiçek şapkalısı, isterse de yarı saydam Ay denizanası Aurelia Aurita, fark etmez. İş nabız atışlarındadır, hızlıca kasıldıktan sonra gevşemelerindendir. Bir hayalet kalbi andırırlar. Bir tarafından bakınca öteki tarafını görür, o güne dek yitirdiğiniz ne varsa hepsini bağrında gizleyen bambaşka bir dünyaya bakarsınız. Oysa denizanalarının kalpleri yoktur; kalpleri, beyinleri, kemikleri, kanları yoktur ama bir süre izleyin, attıklarını görürsünüz.”
Bir hayvan düşünün. Öteki hayvanlardan o kadar farklı ki araştırmacılar önce onu bitki sanıyorlar. Ağzı ile poposu bir. Öldükten sonra bile başkalarına zarar verebiliyorlar. Denizanalarının yaşam döngüsü gerçekten çok değişik ve farklıdır. Denizanaları yaşama bir bitki olarak başlarlar. Sonrasında ise denizin tabanında tutundukları bu yaşam evresinde bir plunula olarak devam ederler. Büyüdüklerinde ise medusa formunu alarak denizin tabanından ayrılırlar. Ve sonrasında okyanusta özgürce dolaşabilirler.
Denizanaları aslında hepimizin bildiği fakat hiçbirimizin dikkatini çekmeyen canlılardır. Genellikle çoğu insanın sadece adını bildiği ve adını bilmekle yetindikleri tuhaf canlılardır denizanaları. Ne yazık ki birkaç gün öncesine kadar bende sadece adını bilmekle yetiniyordum. Ta ki 5-6 gün önce bir kitapla karşılaşana kadar. Kitabı okuyunca aklıma gelen tek şey blog konusu olarak denizanalarını seçmek oldu. Ve bu nedenle bu kitaptan edindiğim bazı bilgileri sizlere aktarmak istedim.
Denizanaları dinozorlardan, böceklerden, ağaçlardan, çiçeklerden, otlardan, mantarlardan veya tohumlardan çok daha yaşlıdır. En az altı yüz milyon yıllık yaşamlarıyla, gözlerinizle gördüğünüz veya kafanızda canlandırdığınız tüm canlılardan daha yaşlıdır herhalde. Denizanaları sahneye çıktığından beri, beş kez türlerinin soyu kitleler halinde tükenmiştir. Büyük Ölüm diye anılan bir vakada, yeryüzündeki türlerin onda dokuzu topluca ölmüştür. “Bir düşünün… Sanki hayvanat bahçesine gidiyorsunuz da neredeyse bütün hayvanların ortadan kaybolduğunu fark ediyorsunuz. Tüm kafesler boş, yalnızca bir avuç kuş, bir-iki ufak kemirgen veya birkaç midye ile salyangoz kalmış. Ötekilerin hepsi puf diye kaybolmuş, kafesleri sonsuza dek boşalmış.” Türleri yeryüzünden silen, yalnızca kitlesel yok oluşlar da değildir. Bir zamanlar var olan hemen her tür, zaten tümüyle ortadan kalkmıştır. Ama şu işe bakın ki onca ölüm, onca yok oluş arasında denizanalarının başına bir şey gelmemiştir. “Bugün bulunduğumuz yerle çoğumuzun yaşamın kendisi saydığı dönemin başlangıcı arasına bir köprü kurabilseydik, bu köprü denizanaları olurdu. Denizanaları, eskiden var olan dünyayı şimdiki dünyadan ayırır.” Denizanaları yaşamın kökenleri gelişirken de buradaydılar, şu an da buradalar. Diğer gelecek yıllarda da burada olacaklar. Onca zamandır okyanusu bir kalp gibi atarak katediyorlar.
Denizanaları tarafından yılda yüz elli milyon kişi hayatına veda ediyor. Bu da saniyede 4 veya 5 kişi denizanaları tarafından sokuluyor demektir. Siz bu yazıyı okuyana kadar yüzlerce insan hayatına veda etti. Hem de denizanaları yüzünden. Çok ilginç fakat doğru.
Denizanalarının türlerinden bahsetmek gerekirse, dünyada birçok denizanası türü vardır. Bunlardan en bilindik olanlar: beyaz noktalı denizanası, deniz ciğeri deniz anası, göçmen denizanası, ters düz denizanası, ay denizanası, maviş denizanası ve irukandjidir. İçlerinden en çok dikkatimi çeken irukandji oldu. İrukandjiler dünyadaki en küçük canlılardır. O kadar küçük ve saydamlardır ki dikkatlice baktığımızda bile gözümüzün ayırt etmesi neredeyse imkansızdır. Aynı zamanda irukandjiler dünyanın en tehlikeli zehrini üretir. Hatta bazı denizanası bilimcilerine göre bu zehir tarantula zehrinden bile bin kat daha güçlüdür. İrukandji sokması dayanılmaz baş ve vücut ağrılarına, terlemeye, kusmaya, beyin kanamasına, akciğerlerde sıvı birikmesine ve anksiyeteye yol açar. Bu zehre maruz kalan hastalar ölecekleri hissine kapılırlar ve ölümü dilerler. Sonra da hayata veda ederler.
Denizanaları bilimcilerine gelecek olursak… Dünyada birçok denizanası bilimcisi bulunmaktadır. Çok garip fakat gerçek. Bizim sadece adını bildiğimiz ve hakkında en ufak bir fikre bile sahip olmadığımız bu canlılarla ilgilenen bilim insanları var. Bunlardan birkaçı: Dnugal Lindsay, Angel Yanighara, Diana Nyad ve Jamie Seymour… Hepsi birbirinden farklı ve yetenekli insanlar fakat Jamie Seymour benim favorim. Çünkü zehirli denizanalarıyla dolu bir denize hiç tereddüt bile etmeden kameralar karşısında atladı. Ardından çıplak eliyle bu zehirli denizanalarından birini yakaladı ve televizyon muhabirine eline aldığı denizanası hakkında bilgiler vermeye başladı. Sonra ne mi oldu? Eline aldığı denizanası tarafından sokuldu. Ve hastaneye kaldırıldı. O kadar çok acı çekti ki ölmek istedi. Hatta bazı doktorlar öleceğine kesin gözüyle bakıyordu. Fakat bir mucize gerçekleşti ve Jamie hastaneden sağ salim bir şekilde çıkmayı başarabildi. Hem de sokulduktan iki gün sonra.
Bilmemiz gereken bir şey daha: Denizanaları bizden daha güçlüdür. Bir düşünün… Denizanası sokması hayvanlar alemindeki en hızlı reaksiyondur. İğneleri zıpkın gibi kıvrımlıdır, içlerinde de saldırmayı bekleyen milyonlarca görünmez silah ve hücre vardır. “Denizanası dokunaçları yüzeye hafifçe bile değse iğneleri harekete geçerek yerinden fırlar. İnsanların anlamaya, düşünmeye ve tepki göstermeye zaman bulamayacağı kadar kısacık saniyenin yedi yüz milyarda biri kadar bir sürede, denizanaları üzerlerindeki tüm zehirleri boşaltırlar.” Ve denizanalarına dokunabiliriz. Denizanalarının kalp gibi atan yuvarlak gövdeleri çan biçimindedir. Sokulmadan dokunabileceğimiz tek yer burasıdır. Tabi eğer dokunmak istersek.
Denizanaları hakkında söylemek istediğim bir şey daha var: Giderek çoğalıyorlar. Bunu biliyor muydunuz? Çoğu insan bunu bilmiyor. Hatta bu durum kimsenin de umurunda değil. Denizanalarının çoğalmalarıyla ilgilenmek yerine başka şeylerle ilgileniyoruz. Ve bence haklıyız da. Açıkçası denizanası çoğalmalarıyla ilgili bilinçlenmek daha önce hiç aklıma gelmemişti. Her neyse… Bu sorunun kaynağı insanlar. Yani demek istediğim denizanası çoğalmalarına bizden başka sebep olan başka hiçbir canlı yok. Niye mi? “Okyanustaki diğer balıkları alıyoruz. Haddinden fazla balığı alıp fabrikalara gönderiyoruz ve panelerini veya köftelerini yapıyoruz. Ardından süpermarket sepetlerimizi, buz yığınlarının üzerinde pırıl pırıl parlayan balık etleriyle dolduruyoruz.”
Ve son bir şey daha: Denizanalarını bazı Uzakdoğu ülkeleri yiyecek olarak tüketmektedir. Sizce de çok garip değil mi? Son derece tehlikeli, korkunç ve garip olan bu canlıları bazı ülkeler yemek olarak tüketmektedir. Hem de salata ve börek olarak. Açıkçası benim aklıma gelebilecek ve isteyebileceğim en son şey bir denizanasını yemek… Daha önce bir denizanasını yemeyi düşündünüz mü? Ya da bir denizanası yemek ister misiniz?
Kaynaklar
http://www.yayakarsa.org/index.php/en/
http://m.harunyahya.org/tr/works/718/Ihtisam-Her-Yerde/chapter/7682/Ihtisam-Her-Yerde-(8/15)
Hayalet Kalp / Ali Benjamin / Yabancı Yayınları