Odunların arasından süzülen güneş ışıklarıyla gözümü ovuşturdum. Neden uyandım ben? Ah, bu gün de aç kalmanın verdiği hissi yaşamak istemiyorum, diye söylendim. Ne zaman gelecek bu iyilik meleği? Siz bilmiyor olmalısınız, annem iyilik meleklerinin bize yemek getireceğini ve beklemem gerektiğini söylerdi. İlk yaptığım şeyi yaptım, yani iyilik meleğini düşünüp samanların arasından doğruldum. Evimizi odundan, yataklarımızı samandan yapmıştı babam.
Başımı aşağıya eğip şişmiş göbeğimle şakalaştıktan sonra dışarı çıkıp temiz havayı içime çektim. Açlığımı havayla kapatmaya çalışıyordum. Çok aç olduğumda göbeğimle şakalaşırdım. Havayla dolduğu için şiştiğini düşünürdüm. Kuru gözlerimle oynayabilecek birilerini aramaya başladım. Arkadaşlarım beni ayıltırdı, yüz yıkamak değil. Yüz yıkamayı bilmezdim, hayatta olduğum sürece suyun yüzünü görmemiş ben ve yüz yıkamak ha! Yüz yıkayabilen kişilerin prens olduğunu düşünürdüm. Hayal kurmak bedavaydı ama bedeli pahalıydı. Oyun oynamak için dediğim de hayal kurmak, bence en güzel oyundu. Hem, başka oyun var mıydı? Bilmiyordum. Tek oyunla yetinebiliyorduk.
En yakın arkadaşımın (göbeğimden sonra) toprakla oynadığını görünce hemen koşmaya başladım. Hemen durdum. Koşarsam susayacaktım çünkü. Hem taşlar ayağımı da acıtıyordu. Bence koşmak aptalca. Çünkü ayağımız çıplak olduğu için ayaklarımız acıyor ve susuyoruz. Ayakkabı giyen nadir kişiler vardı. Ayakkabı giyenlerin normal olduklarını düşünmezdim. Güzel ayaklarımız var, neden saklayalım! Arkadaşımın yanına geçip toprağı deşmeye başladık. İçindeki böceklerle konuşur ve arkadaş olurduk.
Böceklerle eğlenirken uzaktan gelen bir araba gördük. Aman tanrım, bu araba yılda 2 kez yardım için yiyecek getirir. Hızlıca ayağa kalkıp zıplayacaktım ki gözüm siyah oldu. Evet bildiğiniz siyah. Birden her yer simsiyah oldu. Sonra canım annemin benim için altın değerinde olan gözyaşlarıyla uyandım. Etrafıma 7 kardeşim de toplanmış, iyi miyim değil miyim diye bana soru soruyorlardı. Neden iyi olmayacaktım ki? Alt tarafı uyudum. Evim ve ailem var, daha ne olsun?
Kafamı kaldırdım ve pirinç torbasını görür görmez anneme sarıldım. Mahallemizde tek 1 kazan vardı. Biz çocuklar yenek pişirmek için odunları hazırlayıp heyecanlı bir şekilde yemeğin pişmesini bekledik. Yemeğin buharlarıyla karışan gün batımı paha biçilemezdi. Yemek pişmeden tabak olarak kullanacağımız yaprakları hazırlamıştık bile. Yemeğin hazır olduğu çağrsını sanki önceden tahmin edip sıraya yerleştim. Yemeği yerken göbeğimle konuşup şakalar yaptım. Çok mutluydum, çünkü yemek yedim ve ailem yanımdaydı. Suyumuz sınırlıydı ama hayatı seviyordum.
Herkes böyle aç yaşıyordu. Sonuçta insanlar aç kalıp yaşamazlar mıydı? Hem her gün yemek yiyen insanlar bence deli. Kimse her gün yemek bulamaz ki!