O doğdu. Şimdi ağlıyor ve daha sonra gülmeyi de öğrenecek. Kendini ifade etmek için çabalıyor. Dilini anlayan var mı tartışılır. Kafasında bilmediği renkler ve cisimlerle oynuyor, hayal kuruyor. Artık ilkokula gidiyor. Oldukça büyümüş, üstelik artık konuşmayı ve kendini ifade etmeyi de biliyor. Arkadaşları ile iyi anlaşıyor. En azından öyle sanıyor. Sosyalleşmek pek onun kalemi değil. O daha çok resim çizmeyi ve bahçeye çıkıp uzun yürüyüşler yaparak etrafını keşfetmeyi seviyor. Dünyanın renklerine, toprağın dokusuna hayranlıkla bakıyor. Okumayı öğrendiğinden beri sayısız kitap okumasına rağmen fikirleri insanlara gülünç, hatta gerçek dışı geliyor. Annesi ona biraz daha büyümesi gerektiğini söyledi. Şimdi annesine güvenip sabretmeyi seçiyor.
Liseye geçtiğinde arkasında bıraktığı tabloya bakıp umutla yeni bir zemine ayak basıyor. Artık düşüncelerinin değer ve kabul göreceğinden emin. Bir sürü arkadaşı ve öğretmenleri olacak. Yüzünde ufak bir tebessüm ile okula giriyor. Yıkıldı. Kabul etmek istemiyor. Gözleri doluyor. Bütün sınıf arkadaşları ona garip fikirleri olduğu gerekçesiyle güldü. Kendini acınası ve ezik hissetmekten alıkoyamıyor. Huzur bulduğu tek yer olan bahçeye çıkıyor. Kimse yok. Etraf sessiz fakat kulaklarında ona gülenlerin kahkahası çınlıyor. Çimene yatıyor. Kendisinden epeyce uzun olan yaşlı ağaçlara bakakalıyor. Sonra aklında geçenlerde okuduğu kitap geliyor. Ünlü bir kâşif olan Kristof Kolomb’ a yazılmış bir kitap. Öylece uzanmış şekilde düşünürken yanında bir hareketlilik seziyor. Bu bir sincap. Burada ne işi var? Sincap etrafta koşturuyor. Bir yerde duruyor, daha sonra yemek bulup çokta uzak olmayan bir ağacın kavuğuna gidip yemeğini saklıyor. Sincabın hareketleri ona çok yakından ilgilendiği bir şeyi hatırlatıyor: keşfetmek. Bir anda boğazındaki o kuruluk gidiyor. Ayağa kalkıyor ve kocaman gülümsüyor. O da keşfetmek, dünyanın dibine kadar çukur kazmak ya da Kristof Kolomb gibi uzak diyarlara açılmak ve yeni yerler keşfetmek istiyordu.
O gün eve mutlu varıyor. Hemen odasına gidiyor ve çalışmalarına devam ediyor. Annesi çocuğunun geleceği hakkında endişeli. Babası ise umursamıyor. İkisi gün içinde birbirleriyle didişip duruyorlar. Çocuklarının hayatını nasıl devam ettireceği hakkında sürekli yorum yapıyorlar. Ne yazık ki onun yapmayı sevdiği şeyi desteklemek hiçbir zaman ellerindeki seçeneklerden biri olmuyor. Evdeki herkes kendi köşesine çekiliyor bir müddet sonra. O ise saatler sonra odasından çıkıyor. Işıklar sönmüş. Daha sonra penceresini açıyor. İçeri giren delici soğuk havayla vücudu titriyor. Hızlıca üstüne bir hırka geçirerek pencereden atlıyor ve evlerinin bahçesine düşüyor. Çimenler elindeki fenerin ışığından dolayı parlarken kaymamaya çalışarak boyunun yarısı uzunluğunda olan çitin üzerinden atlıyor. Bisikletine atlayarak şehre doğru gidiyor. Köpek havlamaları ve ay ışığının altında bisikletinin tekerleri her sokakta daha da hızlı dönüyor.
Sonunda istediği yerde. Kararlı ve dimdik bir şekilde okulun bahçesinin kapısını açıyor. Gıcırtı sesinin ardından bugün yattığı yere doğru süratle adımlıyor. Aklında ise tek bir düşünce var. “Sincap… sincap nerde?” yaşadığı ağaç kavuğuna bakıyor. Orada yok. Peki ya ağacın dalları? Orada da gözükmüyor. Gitmiş. Bir anda duruyor. İçini bir telaş kaplıyor. Kafasını ellerinin arasına alıyor. Bütün fikirleri, hayalleri suya düşüyor. Hızlıca bisikletine binip geldiği yolu geri dönüyor. Evlerinden çıkarken kullandığı çitten atlayıp penceresine doğru ilerliyor. Ama bir şeyler yanlış. Bunu sezebiliyor. “Hayal ürünü mü? “diye geçiyor aklından. Yukarı doğru bakıyor, görünürde bir sıkıntı yok gibi. Tırmanıyor ve penceresinden girmesiyle karşılaştığı manzara karşısında dehşete düşüyor. Çalışmaları, bütün haritaları, kitapları ve defterleri gitmiş. Karşısında kendisine hayal kırıklığıyla bakan annesi ve sinirden köpürmüş babası ile karşılaşıyor. Sonra yüzlerine yerleştirdikleri acıma ifadesiyle bir şey demeden gidiyorlar. Ona olan bakışları asla bir şey keşfedemeyeceği fikrini zihnine iyice sokuyor. Asla yeni bir kıta bulamayacağı ya da etrafındaki herkesin onu terk edeceği gibi.
Ertesi gün okula gittiğinde yüzüne kimse bakmıyor, bu nedenle yine bahçeye çıkıp oturuyor. Uykusuzluktan gözleri kapanırken sırtını ağaca yaslıyor. Kısık ama kulağının dibinde olan fısıldamayla yerinde sıçrarken gözleri ardına kadar açılıyor. Karşısında bir sincap var. Sanki konuşuyor gibi. O sırada arkasında bir boşluk hissediyor. Ağaç gitmiş, düşüyor. Etrafında yıldızlar var. Uzun bir düşüş sonrasında bir zemine ulaşıyor. Kan ter içinde etrafına bakarken elinde cep saati ile yaklaşan bir sincap ona doğru ilerliyor “Tam zamanında geldin, bizimle bir çay içmez misin?”