İşte oradaydık. Annem, babam, küçük kız kardeşim ve ben. Kardeşimin kaldırıldığı ameliyat odasının kapısında sabırsızca bekliyorduk. Her kapı açıldığında annem ayağa fırlıyor, kardeşim de içeri dalmaya hazır bir şekilde kapıya doğru dönüyordu. Çıkanın hemşire olduğunu gördüğümüzde ise kardeşimi zor zaptediyorduk.
Her şey o kadar hızlı gelişti ki şu anda nerede olduğuma hala inanamıyorum. Gerçekten neredeyim ben? Hala uyuyor olmam lazım. Bu bir rüya, değil mi? Hala rüya görüyorum. Alarmım birazdan çalmaya başlar. Babam da alarmımı susturmaya gelir çünkü alarmım bin kez çalsa da hiçbir zaman alarm sesine uyanmam. Gelgelelim derin bir şekilde uyumak benim suçum değil. Ve kardeşim, Arda, odasınan doğru kalkmam için bağırmaya başlar zira ben hala yatakta göz kapaklarımın kapanmasını engellemekle meşgulümdür.
Lisesinde ikinci sınıf öğrencisiyim Arda ise son sınıfta. Birkaç aya kolej için ayrılacak. Hayali ODTÜ Üniversitesinde okumak. Küçüklükten beri bunu düşlüyor. Duyduklarında gülen insanlara karşın ben kazanacağına inanıyorum. Aynı zamanda hak ediyor da. Eliden geleni ardına koymadı, günlerce uyumadan çalıştı, arkadaşları dışarıda eğlenirken o evde sınavları için hazırlandı. Dahası haftalarca, okuldan çıktıktan sonra üniversite kredisini ödeyebilmek için bir kafede çalıştı.
Hastaneye koşturmamızdan birkaç saat önce, akşam yemeği için hazırlık yapıyorduk. Babam yemeği pişiriyordu, annem masayı kuruyordu, kardeşim ise gururlu bir şekilde peçeteleri kalp şeklinde katlıyordu. Masaya oturma vakti geldiğinde Arda’ya seslendik. Cevap vermedi. Birkaç başarısız bağırış daha sonrasında onu aşağı bizzat sürüklemek amacıyla odasına gittim. Kapısını çaldığımda yine cevap vermedi. Ben de içeri daldım ve gördüklerimi netleştirmek bir dakikamı aldı.
Buruşturulmuş, yırtılmış kağıtlar odanın her yerindeydiler. Makaleleri çöp kutusunun kenarına atılmışlardı; çalışma masası dağılmış, üstündekiler şimdi yerdeydi. Bilgisayarı gözüme çarptı. Yerde ters bir şekide duruyordu. Kaldırıp, çevirdiğimde ekranda açık olan maili gördüm: Reddedildiniz. Sakin olmaya çalıştım ama başaramadım. Şoka girmiştim, hareket edemiyordum. Kardeşimin sesiyle birlikte dünyaya geri döndüm. Ne yapıyordum? Ah, mail. Ve Arda! Arda nereye kaybolmuştu. Hemen aşağıya koştum. Basmakları ikişer ikişer atlayıp salonun yanından ışık hızıyla geçtim ve kapıya vardım. Anahtarlıktaki anahtarları karıştırdım. Yoktu. Arda’nın motorsikletinin anahtarı orada değildi.
Düşünceler aklıma akın etti. Pozitif düşünmeliydim, kötü düşünmenin hiçbir faydası olmazdı. Motorsikleti garajda her zamanki yerinde duruyordur, Arda da kafasını toplamak için yürüyüşe çıkmıştır diye umdum. Gürültüyü duymuş olmalılar ki babam elinde tahta kaşıkla, annem ise hemen arkasında telaşlı bir şekide yanıma geldiler. “Arda’nın motorsikletinin anahtarları sende değil mi?” diye sordum babama. Bu sefer koşan babamdı.
Anılarımın gerisi bulanık. Annemin polisi arayışını, kardeşimin korku içinde ağlayışını, garajı boylu boyunca durmaksız yürüyen babamı hatırlıyorum. Telefonumun çalmasıyla, zamanın yavaşladığını hatırlıyorum. Doktorun söylediklerini duyuyordum ama anlayamıyordum. Hastaneye yolculuğumuz ise bir işkenceydi. Hastane odasının kapısında beklediğimiz saatlerden bahsetmeyeceğim bile. Tam uykuya dalmıştım ki açılan kapının sesiyle uyandım. Hepimiz de aynı anda ayağa fırladık ve gözlerimiz aynı yerde kilitlendi. Yüzyıllar gibi hissettiren birkaç saniyenin ardından Arda görüş alanımıza girdi. Hemşire tarafından itilen bir sedyenin üzerinde bilinçsiz bir şekilde…