Hayat mefhumu tutunmaya iplerden, solunmaya havadan ve sudan ibarettir. Tabiatın kanunu hareket ve malulü faaliyet, bu alemin şerefi insânda da kendini gösterir. İnsanların edimleri daima bir gayeye yahut Aristonun değişiyle telosa bağıl bir halde vaki olur(teleoloji/erek-bilim). işte hayat da eylemlerin faillerinin gayelere tutunmasından oluşan bir ipler kargaşasıdır. Tutunulan ipin ucu varış olucaktır, sağlıklı tohum gayet tabi ağaç olacaktır. Şu kainat bir okyanustur ve her bir damlası ve onların her bir zerresi suya; vücudun her bir organı ve dahi hücresi cana delalet eder. Balık o deryada her bir nesnede tezahür eden suya tutunmalı onu solumalı “âb-ı hayat” ; kendine hayat verenden gafil olarak onu bedihiyatına rağmen inkar eden balık tutunamadığı, O soluyamadığı şey de balığın unuttuğu gibi onu unuttuğunda bu sefil için hayat yoktur hatta ölüm dahi.
İşte yerlerin ve göklerin hakikati, eşyada bedihi bir halde zuhur eder. Tüm kozmos bütün bir nizamı, süsü ve ihtişamıyla vücudun cana nisbeti gibi, fiilin faile nisbeti gibi tek bir hakikate işaret eder.
İşte hakikat o ipler arasından bir iptir ki onun ipine sımsıkı tutunan felaha ermiş olur, ondan emin olan batanlara muhabbeti keserek hayatta abad olur dünyanın batmasıyla batmayan bir tohum olarak ebede fidan olur.
Oysaki su solunmayan balıklar ve onların absürd efkarı vardır yeryüzünde ,o körler ki nankörler…
Bir zümre: -Abessiyun(nihilizm) ismi gibi abestir, tutunamayanların hüsranı ve sefil, kahrolası, hakir bir hevestir. Hayata ve tutunmaya umudu kesmiştir, hakikate kör, mühürlü ve mevcudiyeti yokluğa perestiştir. Taraftarları, yeisdîde, hezeyankar, gölgeleri ve karanlığı, gerçeğe ve aydınlığa tercih eden ve hakkı satıp batılı satın alan ticaret bilmez bir güruh basiretsizdir, taraf oldukları şey bilmezler ki ne necistir.
Bir fert: “Anlamı” kabul eden ama hakikati büken biri de vardır,Fredrich Wilhelm Nietzsche.”Tüm ebedi şeyler ancak birer benzetmedir ve şairler çok yalan söyler” demişti Nietzsche, belki de bıyığı girmiş gözüne ve kibri kör etmiş gözlerini, kendi gözlerimle bakarım diyordu Nietzche, insanca bakarım diyordu, belli ki büyüttüğünden büyüğünü görmeye o “insanca” nazariyesi ve nefisperestliği el vermedi ve kör etti kendini ve inkar etti gerçeği, eğdi, büktü ve bu fikrî dalâleti bedenî sıhhatine sirayet etti ve ennihayet ölüm ve yaşamın altında elîm bir hale düştü kendisi ve hayalî zerdüştü.”Şayet tanrılar var olsaydı, nasıl dayanabilirdim bir tanrı olamayışıma?! Bu yüzden tnrılar yoktur” lafını eden bu âma meczub, kabullü cehaletini itiraf ediyor ve delilsizliğini aşikar ediyor, insanın benliği tabiaten hakikate bir delilken, “BEN” i büyütüyor ve kibir ile onu bir ihmar-ı kebir kılıyor. “Üstinsan(Übermensch) yeryüzünün anlamıdır” diye haykırıyor, fâni insânı tahkir ediyor, ve bir başka fâniyi ilah/gaye ediniyor, “saadetim bütün fâniliği haklı çıkarmalı” diyor. Oysa şeylerin mutlak anlamı gel-geç bir şey değildir, eylemlerin bağının ucu gelen-geçen bir şeye baktığında bu bakış ancak bir batıştır.
Velhasılıkelam; hayat bağlanılcak bir iptir, hakikat kopmayacak ve diğer tüm iplerin üstünde bir iptir, hakikati bükmeyi arzulayan kendini yamultmakta, ve zihninin önüne şeylerin hakikatini (salt-obje) görmeye mâni olacak bir set çekmektedir.