Gülcemal…

Deniz o hafta her zamankinden daha sakindi, bu havada limana inmek kimine göre sabah için iyi bir başlangıçtı kimine göre de tamamen bir eziyetti. Benimse tek düşünebildiğim sakin kıyılara demirlemekti, ne kadar gözlerden uzaklaşırsam o kadar artardı hayallerimin gerçekleşme ihtimali.

Liman olmaması gerektiği şekilde kalabalıktı, bayramın esintileri daha şimdiden yüzünü göstermeye başlamıştı. Bayramlar bu limanların en kalabalık olduğu zamandı ve genelde bu zamanlarda ben bu kıyılardan çok uzakta sakin bir sahil kasabasında demirlemiş ve kahvemi yudumlarken kitap okuyor olurdum. Ancak bu sene beklenenin aksine yaşlı kızım Gülcemal’in motorunda bir sıkıntı çıkmış ve fazladan birkaç hafta burada sıkışmıştım.

Rüzgâr esiyor ve bana denizin tuzlu havasını getiriyordu, çocuklar koşuşturuyor ve ailelerinin “denize düşme sakın!” diye bağırmalarını görmezden geliyorlardı, insanlar kasa kasa balık taşıyor ve birkaç genç çocuk gülerek bir gemiye biniyordu. Deniz sallanıyor, insanlar konuşuyor, çocuklar şarkı söylüyorlardı… Her şey tam olarak olması gerektiği gibiydi, tıpkı eski zamanlardan kalma bir öykü gibi, her şey ahenkliydi.

Pruvadan Gülcemal’in içine girdiğimde, naftalin ve lavanta kokuları beni sarmaladı. Kendimi yeşil büyük koltuğa bıraktığımda burada bir kaç gün daha kalacak olmak zorunda olduğumu sindirmeye çalıştım. Buraya ayda bir kez benzin ve kitap almaya gelirdim ancak bu ay bazı şeyler plansız gerçekleşmişti. Koltukta doğrulduğumda ve yarım kalmış tığ işimi gördüğümde derin bir nefes aldım, bu ay hiç bitmeyecek gibiydi! Gülcemal’in çok yaşlandığını ve artık eski görkeminde olmadığını biliyordum, mesela tahtaları gevşemiş ve su yüzünden şişmişti, duvarları paslanmış ve dökülmeye başlamıştı, motoru en azından iki ayda bir bozuluyordu ve sadece Gülcemal de değil gemideki mobilyalarda eskimişti. Bu gidişatın nereye gittiğini biliyordum yakında Gülcemal denize açılamayacak kadar yaşlı olacaktı ve ben o zaman geldiğinde burada yaşamak zorunda kalacaktım.

Her şey dağılıyor ve benden kaçıyordu, önce hayallerim şimdi de gemim. Hiçbir şey olması gerektiği gibi ilerlemiyordu. Koltuktan kalkıp küçük mutfak alanına doğru ilerlediğimde irkildim, hava soğuk değildi ama serindi ve kendini hissettiriyordu. Bir tencereye koyduğum suyu ocağın üstüne kaynaması için bıraktım ve tekrar pruvaya çıktım. Şalımı üstüme atıp içeri girecektim ki gözlerim iskelede duran birine takıldı. Uzun saçlarının arasına beyazlar karışmıştı ve sanki zaman onun ne kadar güldüğünü herkese göstermek için gözlerinin ve ağzının kenarına minik dokunuşlar yapmıştı. İskelenin ucunda denize bakıyor ve hiç kıpırdamıyordu, sorguluyordu.

Biraz daha baktığımda gözlerindeki hüznü gördüm oysa hayat ona gülmeyi yakıştırmıştı… Ona baktığımda ister istemez kendimi düşündüm. Denize sığındığımda onun yaşlarında olmalıydım, daha yeni yeni dünyayı tanıyor ve ne kadar korkunç olduğunu öğreniyordum. O zamanlar başaramayacağım şey yoktu ancak dünyanın gerçek yüzünü görmek beni delicesine korkutmuştu.

Onun yanına gidip bu dünyadan vazgeçmemesini söylemek istedim ama suyun taştığını belli eden cızırtı sesini duyduğumda mutfağa geri döndüm. Çayımı demleyip kitabımı okudum ve kendimi dünyadan soyutladım.

(Visited 10 times, 1 visits today)