Roma Cumhuriyeti’nin son dönemlerinde, Senato’nun olağanüstü hallerde kabul edilen kararnamesinin ilanı üzerine ortaya çıkan olağanüstü yönetim biçimi, Eski Roma’nın yazılı olmayan anayasasının en başından beri doğal ve ayrılmaz bir parçası değildir. Kurumun ilk kez uygulandığı MÖ II. yüzyıldan önceki dönemde, devlete yönelik iç tehditleri ortadan kaldırmak amacıyla öngörülmüş olan asıl kurum diktatörlüktür. Tehdit karşısında askerî komutada ve siyasal yönetimde birliği sağlamak için “dictator seditionis” unvanıyla atanan diktatör, tehdit ortadan kalkana dek tüm yürütme gücünü tek elde toplardı. Ardından, Roma diktatörünün işlemleri provocatio (halka danışma) ve pleblerin hakları da gözetilerek tabi olduktan sonra, bu makam sınırsız yetkilerini kaybetmiş ve konsüller ile aynı seviyeye düşürülmüştür. Böylece olağanüstü durumlarda, konsüllükten başka bir makamın başa gelmesi gereksinimi ortadan kalkmıştır.
Roma hukukunun mutlak gücü elinde tutan insanlara karşı uyguladığı bu yöntem ile otoritenin karşı konulamayacak kadar güçlenmesine engel oluşturularak toplumsal refahın sağlanmasına odaklanılmıştır. Romalı devlet adamı Marcus Cicero’nun ifadesine (”devletin içinde bulunduğu durum hakkında verdiği rapor üzerine, senatörler, konsül Opimius’un devleti savunmasına karar verdiler”) istinaden senato kararının amacı devlete herhangi bir zarar gelmesini engellemeye çalıştığını açıkça ortadadır.
Siyasi realitede gücün rolü, devlet kontrolünde etkisi müzakere edilemez. Tabii ki, sosyal, siyasi ve diğer alanlarda güç, hümanizmin beşeri değerleri açısından evrensel bir problem olarak geleneksel şekillerde kullanılır. Arzu, amacı elde etme yeteneği ve bunu gerçekleştirme doğrultusundaki kararlılığın belli bir aşaması sayılır. Siyasi arzuların gerçekleşmesi şekilleriyle bağlı olarak siyasi amaçlara ulaşmanın demokratik, liberal, otoriter, totaliter ve terör vs. yöntemleri bulunur.
Otoriter yöntem çevresindekilerle hiç müzakere etmeksizin iradesini zorla kabul ettiren, aşırı derecede merkezileşmiş yönetim biçimidir. Otoriter siyasi rejim, toplumun hukuki ve ahlaki kurallarını ihlal eden tek bir yöneticinin veya iktidarda bulunan grubun diktatörlük faaliyeti ve kişisel yönetimidir. Bu yöntemin uygulanması için mutlak bir güce sahip olunması gerekir. Güç kullanımı pahalıya mal olan siyasi olgudur. Gücün kullanılması, büyük can kaybıyla ve maddi değerler, sosyal ve ekonomik refaha bağlıdır. Sivil savaşların, etnopolitik ve sınıflar arası çatışmaların arenası olan ülkelerin ekonomik olarak gerilediği bilinen bir gerçektir.
Toplumun idare edilmesi süresince açıkça bir güç kullanımı, demokratik özgürlüklerin eksikliği, bütün halk için siyasi hakların kısıtlanmasıyla nitelendirilen devlet yönetim sistemi ile totaliter siyasi rejim yönetimi, siyasi amaçlara ulaşımda ve gerçekleştirilmesinde önemli bir rol oynar. Totalitarizmin, siyasi tarihte ortaya çıkmasının nihai aşaması, bilindiği gibi, devlete mutlak egemenlik görevini yükleyen ve demokrasiyi, her türlü demokratik kurumu ve demokratik prosedürleri reddeden faşizmdir. “Her şey devlettedir ve devletsiz hiçbir şey yoktur.” Mussolini’nin bu sözlerini faşist totaliter devletin düsturu niteliğini taşıyan bir örnek olarak değerlendirmek mümkündür. Totalitarizm ve faşizm arasında her ne kadar farklılıklar söz konusu olsa bile, egemen etkinin üslup ve usullerinden biri olan güç kullanmanın onların ortak özelliği olduğu şüphesizdir.
Kontrolsüz gücün, güç olmadığı gibi, gücün kontrol altına alınmasını sağlayacak yegane güç ancak ve ancak halktır.