Uzun zamandır Küba’ya gitmek istiyordum. İşlerime bir haftalığına ara verme fırsatı bulunca soluğu THY’de aldım. Biletimi elimde tutuyordum, üstelik tarih yarınaydı. Bir an önce eve gidip valizimi hazırlamalıydım.
Eve gittiğimde köpeğim Bal beni yine heyecanla karşıladı. “Yarın Küba’ya gidiyoruz, eşyalarını hazırla” dedim. Tabii ki beni anlamadı, o sadece eve geldiğim için mutluydu kuyruğunu hızla sallıyordu. Zaten eşya olarak kemiği ve topu vardı altı üstü. Her neyse ben valizimi hazırladım ve güzel bir uyku çektim.
Sabah telefon sesiyle gözümü açtım, iş yerimden arıyorlardı. “Akın Bey ileri tarihli projenin bugün teslim edilmesi gerekiyormuş”. Nasıl? Ne zaman? Niye? Kim? Uykulu bir şaşkınlık içindeydim. 3 saat sonra uçağım kalkıyordu ne projesiydi şimdi! Yüzümü yıkayıp kendime gelmeliydim. Hemen giyindim, valizimi aldım, Bal telaşımı anlamıştı etrafımda dört dönüyordu, sanki “Senin için ne yapabilirim? Ben de yardım edeyim” der gibiydi. Bal’ı da taşıma çantasına koydum ve evden hızla çıktık.
İş yerine ulaştığımda projeyle ilgili konuştuk, arkadaşlarımla iş birliği yaptık, yetişecekti, yetişmeliydi… Saate baktığımda şoktaydım. 1 saat çabucak geçmişti! İnsanın acelesi olduğunda zaman nasıl da hızlı ilerliyordu. Einstein’ın kuramı aklıma geldi, zamanın göreliliği… “Düşündüğüm şeye bak şimdi” dedim kendi kendime. Projenin teslim edilmesi için üzerime düşeni yapmış olmanın verdiği rahatlıkla iş yerimden ayrıldım.
Taksiye bindim “Havaalanına gidelim lütfen” dediğimde yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Ne zaman ki “Bal uçağa yetişeceğiz” dedim ve başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki! Bal! İş yerimde unutmuştum! Taksi şoföründen beni aldığı yere geri götürmesini rica ettim. Trafik sıkışmıştı. İnip koşsam daha çabuk ulaşacağımı düşündüm ve şoföre ödemeyi yapıp, valizimi alıp indim. Koşuyordum, zaman geçiyordu. İş yerime vardığımda Bal ofisin maskotu olmuştu resmen. Türlü türlü oyunlar yapıyordu arkadaşlarıma; benim onu unuttuğumu farketmediği belliydi. Neyse ki…
Tekrar taksiye bindik; havaalanına ulaştığımızda uçağın kalkmasına sadece yarım saat kalmıştı. Hemen check-in işlemlerini yaptım, havaalanında da koşturmaya devam ettim. Nihayet uçağa yetişmiştim. Tam binerken bir baş dönmesi… Havaalanı mı dönüyor? Ben mi dönüyorum? Uçuş görevlisi mi dönüyor? Ben sabah kahvaltı yapmış mıydım? Ya öğle yemeği? Oh hayır…
Her şey çok hızlı gelişti, gözümü açtığımda havaalanındaydım… Küçük bir baygınlık geçirdim herhalde… Herkes uçaktan niye iniyor? Daha yeni bindik. Havaalanındaki tabelalar neden İspanyolca? İnanamıyordum! Küba’daydım! Yol boyunca baygınmışım meğer. Bekle beni Küba! Öncelikle bagajdan Bal’ı almayı unutmamalıyım tabii…:)