Gözlük

Kapıdan dışarı çıktı İrfan, gözlerini avluya dikerek yürüdü bir süre. Ayakları geri geri gidiyordu adeta çünkü  sabah uyandığında gözlüğünü bulamamıştı. Büyük olasılıkla ya dün halı sahada maç oynarken kaybetti gözlüğünü ya da yine kafası bulanıkken yere attı ve kırdı. Kafası bulanıkken çok düşüncesiz oluyordu İrfan. Birilerine sataşır, sütun gibi vücuduyla bütün mahalleye tehdit fırlatırdı. Her neyse gözlüksüz göremiyordu ve en kısa sürede nüfus daire müdürlüğüne gitmesi gerekiyordu. Malum yeni doğan çocuğunun daha doğum belgesini bile almamıştı.

O telaşla, üstelik gözlüksüz yarı görür halde gitti nüfus idaresine. İrfan çocuğunu nüfusa kaydettirirken görevli çocuğun ismini sorunca afalladı. Ve bir kaç saniye düşündükten sonra ilk aklına gelen ismi söyledi: “Leyla, Leyla olsun ismi”.

Leyla seygiyle ve doğru erdemlerle büyüyerek genç bir kız olmuştu. İrfan ise gittikçe ihtiyarlamıştı. Gözlüklerini sürekli kaybediyor; bu durumda da görmesi daha da zorlaşıyordu. Görme sıkıntısıyla birlikte İrfan iyice aksileşiyor ve sonuçta da kıyametleri koparıyordu.

 

İrfan’ın karısı Macide Hanım hamarat ve bir o kadar da düzenli bir kadındı. Macide’nin en büyük hayali hemşire olmaktı. Televizyonda izlediği ve etkilendiği dizilerdeki oyuncuların içinde onu en çok etkileyenler hemşirelerdi ve ona göre en büyük meslek de hemşirelikti. Leyla’nın büyürken attığı her adımında yanında Macide Hanım vardı. Dolayısıyla kızını da kendisi gibi hamarat ve düzenli yapmıştı.

 

İrfan’ın en sevdiği arkadaşı Mahmut mahallenin kasabıydı. Geceleri kahvede buluşup iki lafın belini kırarlardı. Kahvedeyken zaman sanki su gibi akıyordu. Zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamıyor ve çoğu zaman eve geç saatlerde geliyordu. Tabii bizim İrfan’ın her gece saat 12:00’de kafası bulanıklaşıyor, sanki üzerine bir büyü çökmüş gibi oluyordu. Kendinden geçen İrfan normale döndüğündeyse hiçbir şeyi hatırlamıyordu.

 

Bir de tabii kahvenin vazgeçilmezi Yakup Bey vardı. Zümrüt yeşili gözleriyle güzel baktığı gibi; okeyi de çok iyi oynuyordu. Yakup doğdu doğalı vaktini kahvede geçiriyordu çünkü bugün emlakçılık yapan babası aslında kahvenin eski sahibiydi. Kahvenin yeni sahibi usulsüz yollarla kahveyi babasının elinden almasına rağmen bazı alışkanlıkları onu oraya bağlıyordu işte.

 

Yakup’un karısı mahallenin en modern kadını olan Cemre Hanım, Macide Hanım’ın en iyi arkadaşıydı. Ülkenin çeşitli çeşitli yerlerinde mimarlık çalışmalarını sürdüren Cemre aynı zamanda da geleneklerine bağlı bir kadındı. Cemre bu geleneksel bakış açısından dolayı modern bir semte taşınmak yerine eski mahallesinde oturmaktan zevk alıyordu. Bir de kahveyi sürekli gözetleyen, penceresinde çekirdek çitleyip insanları izleyen ve lakabı da “monitör teyze” olan Fatma Hanım vardı. 55-60 yaşlarında olmasına rağmen gözleri şahin gibiydi. Kahvede kimin kazandığını, beş ev ötede oturan Suzan Hanım’ın öğle yemeğinde ne yediğini, teyzesinin düğünde kaç çeyrek altını kız tarafından kopardığını dahi biliyordu.

 

Bir gün gecenin geç bir saatinde herkes evine çekilmişken kahveden büyük bir bağırış sesi geldi. Adeta tüm mahalleyi uykusundan uyandıran bir sesti. Tüm mahalle kahvenin camının kırık olduğunu görüp kahvede olan biteni öğrenmek için oraya gitti. Gördükleri görüntüde ise kahve sahibinin kolu kopmuştu ve kalbinin üzerine ustalıkla saplanmış bir kasap bıçağı vardı. Herkes birbirine bakıyordu. Ve öfkeyle bakan bu gözlerde adeta herkes birbirini suçluyordu. O sırada kahvecinin arkadaşlarından birinin aklına ambulans çağırmak geldi. Bir mahalleli “Deli misin sen, ölmüş işte görmüyor musun?” dedi. Arkadaşı sulu gözleriyle Yakup’a bakarak “Sizi katiller, siz öldürdünüz. Buraya geldiğinden beri ona kötü davranıyordunuz, işleri bizim için zorlaştırıyordunuz.” dedi. Tüm gözler Yakup’a çevrilmişti.

İşte tam da bu sırada Fatma Teyze siyah kıyafetli bir silüeti kaçarken gördüğünü söyleyince kıyamet iyice koptu. Herkes birbirini suçluyor, polis gelene kadar kimse olay yerinden ayrılmıyordu.

Ertesi sabah Macide Hanım güzel bir krep yapmıştı, sımsıcak krep kokusu kocasının burnuna gidince sessiz alarm etkisi yaratmıştı. Kocası erkenden mutfağın yolunu tutmuş ve yemeğini yemişti. İrfan günün gazetesini eline alıp manşete bakmıştı. Kocaman harflerle “Acımasız Katilin Gazabı” yazıyordu. İrfan haberi okumaya başladı “…polis olayı yakından incelemeye aldı, gerekli önlemler alındı ve birimlere haber verildi. Polis sadece şu an iki şüphelinin olduğunu düşünüyor. Olay yerindeki kasap bıçağı oldukça dikkat çekiyor.” Macide karşılık olarak “Kesin kasap yaptı, görüyor musun başıma gelenleri? Her akşam yanına gittiğin adam; arkadaşın katil çıktı. Bu zamana kadar senin ölmediğine şaşmalı.” dedi.

 

İrfan bu konuşmadan rahatsız olmuştu. “Macide olur mu öyle şey? Ben o adamı 20 yılı aşkındır tanıyorum. Kesin bunun arkasında başka bir şey var.” dedi. Macide de, “İyi o zaman sen öyle diyorsan. Bu gece eve erken gel sen yine de kendini sağlama al.” dedi.

İrfan yemeğini yiyip evden çıktı, kasaba gitti ve orada Yakup ile Mahmut’un sorguya çekildiğini ve karakolda tutulduğunu öğrendi. Dolayısıyla işine yalnız ve üzgün bir şekilde gitti.

 

Cemre de kocasına iftira atıldığını düşünüyor; sorguda olmasına dayanamıyordu. Ama içinden bir his de kocasının bunu yapmış olabileceğini de düşündürmüyor değildi. Çünkü işin aslı o gün akşam kocası evde değildi. Cemre ne kadar beklese de kocası eve gelmemişti. Cemre düşüncelerinin içinde boğulurken işe geç kaldığını fark etti ve hazır geç kalmışken işe gitmekten de vazgeçti. Yakın arkadaşı Macide’nin evine uğrayıp onunla dertleşmek en doğru karardı.

 

Dertleşmek, içini dökmek için çaldığı kapıda onu gören ev sahibesi ise sanki biraz farklıydı. Cemre kapıdan içeri girer girmez Macide’nin yüzünde gergin ve telaşlı bir ifade olduğunu fark etti. Macide sanki “nereden geldi bu kadın şimdi“ dermişcesine gözlerini kaçırıyor; ellerini ceplerine sokuşturmaya çalışıyordu. Macide’nin elleri Cemre’nin dikkatini çekti ve onun hareketlerini kaygıyla gözlemledi.

 

İkindi vaktine kadar laflayıp kahve içtiler. Artık Cemre kendini iyi hissediyordu, Macide ise gergin değildi. O sırada Leyla annesini arayarak ödevini evde unuttuğunu ve okula getirmesi gerektiğini yoksa öğretmeninin ona sıfır vereceğini söyledi. Annesi mırın kırın ettiyse de sonunda getirmeyi kabul etti. Cemre’ye “İstersen sen git benim gelmem uzun sürebilir” dedi Macide. Cemre de “Ben beklerim hem bu zor zamanlarda mahallelinin ne yapacağı belli olmuyor evi koruyup kollarım” dedi. Macide uzatmak istemedi ve gitti.

 

Macide uzun bir süre yoktu evde. Cemre de artık sıkılmaya başlamıştı. Macide’nin kıyafetlerini ne kadar sevdiğini hatırladı ve onlara bakarak belki moral bulabilirdi. Gardırobunu açtı ve arkadaşının kıyafetlerini sırasıyla giyinmeye başladı. Ancak siyah bir bluz çok dikkatini çekti; buruşturulup diğer kıyafetlerin arasına adeta gizlenmişti. Cemre birçok kıyafet çıkardığından artık bluzun bir ksımını görebiliyordu. “Vay çakal değerli kıyafetlerini saklıyor demek o yüzden de gitmemi istedi.” diye düşünüp o bluzu da çıkardı. Ancak gördüğü görüntü onu kaskatı kesti. Kanlı bir bluzdu bu. Tam o sırada kapının kilidinin gıcırdadığını duydu. Macide eve gelmişti. “Ben geldim.” diye seslendi Cemre’ye. Cemre tir tir titriyordu, bluzu ne yapacağın şaşırmıştı. Stresten yatağın altına attı. Sonra Macide yatak odasına doğru geldi. “Napıyorsun burada kıyafetlerimi mi karıştırıyorsun?” diye sordu. Cemre cevap olarak “Yok canım, bir iki kıyafetini deniyordum eski günlerdeki gibi. Bir kıyafetini bile değiştirmemişsin, bana artık müsaade. Hazır moralim de yerine gelmişken biriken işlerimi bitirmem lazım.” dedi. Macide “Tamam o zaman sen işlerini hallet” dedi. Sonra Macide’nin gözleri onun için önemli olan tek kıyafeti aradı ve orada olmadığını fark etti. “Nereye gidiyorsun öyle çok çabuk, daha karpuz kesecektik” dedi. Cemre önünde duran Macide’yi nasıl aşacağını bilemedi. Macide tok bir sesle “Sanırım siyah tişörtümü bulmuşsun.” dedi. Ne yapacağını şaşıran Cemre, Macide’yi itip evden kaçmaya çalıştı. Kapıyı açmaya kalktığında ise kilitli olduğunu gördü. Bir yandan “imdat !” diye bağırıyor, bir yandan anahtarı bulmaya çalışıyordu. Macide arkadan gelip “Bunu mu arıyordun?” dedi. Sonra Cemre’ye “İstersen koltuğun önüne geç yoksa farklı şekilde de konuşabiliriz” dedi. O sırada kapının kilidi oynamaya başladı, Cemre ise imdat diye bağırıyordu. İrfan tam içeri girdiğinde Macide gözlüğüne bir güzel yapıştırdı. Gözlüğü yere düşünce İrfan, “Macide, iyi misin?” diye sordu. “Çok kötüyüm, Cemre Hanım evde beni koltuğa bağladı, meğersem katil oymuş.” dedi. İrfan “Göremiyorum, göremiyorum!” diye çığlık çığlığa bağırıyordu. Bunu fırsat bilen Macide, Cemre’yi boğmaya kalktı ve işte o anda İrfan’ın soğuk ellerini elinde hissetti. Şok olmuş bir şekilde “Nasıl görüyorsun?”dedi. Sağından gelen bir sesle kafasını çevirdiğinde İrfan’ı ayağa kalkmış karşısında dimdik şu sözleri sayıklarken buldu “Sürekli eksik olan bir süre sonra gerekli de olmuyor.” dedi.

(Visited 62 times, 1 visits today)