O gün yatağımdan esneye esneye uyandım ve saate baktım.
AMAN TANRIM!
Bu da ne? Okula sadece beş dakika kalmış ve benim daha yapacağım bir sürü işim var! Şimdi ne yapacağım?’ diye düşünürken annem içeri girdi. Kendisi aceleden konuşamıyor, etrafa bakıp ellerini bir yelpaze gibi sallayarak kendini rahatlatmaya çalışıyordu. Beni görmedi bile. ‘Hadi kızım, koala mısın insan mı belli değil, bu ne tembellik, kalk artık!’ diye söyleniyordu.
Günüm böyle başladı. Kalktım ve yüzümü yıkadım. Ama yıkarken bir şey gördüm. Aynada yoktum! ‘Allah allah, henüz kalkamadım herhalde, iyice bir yıkayayım.’ dedim ama ama aynada kendimi görmediğimden parmağım gözümün içine girdi. Tekrar baktım, hala yokum, pijamalarım havada süzülüyor. Bu bir mucizeydi. Mutfağa gittim, annem ve babam şok oldu. Cin falan olduğumu düşünüp dua okumaya başladılar. Onlara ben olduğumu söyledim ama sonuç alamadım. İkisi de tir tir titriyordu. ‘Öyle olsun.’ dedim ve formamı giydim. Gizlice arabanın anahtarını aldım ve gittim. Arabayı çalıştırdım. Ehliyetim yoktu. Kendime olan küçücük özgüvenimle arabayı sürmeye başladım. Doğruyu söylemem gerekirse birkaç çizik oldu tabi. Ama en azından çarpmadım. Bizim arabada çarpıp çarpmayacağımızı söyleyen bir alarm sistemi var. Eğer çarpma ihtimalimiz olursa sireni andıran bir şey çalıyor. Beni o uyardı. Yoksa şimdiye kadar öbür tarafa bilet alırdım.
Okula vardım. Sınıfın içine ders zili çalmadan 5 salise önce geldim. Kan ter içinde, koşa koşa girdim. Arkadaşlarım kıkırdaşıyor, oyunlar oynuyor, koşuşturuyor, video oyunları ile ilgili konuşuyorlardı. Yerime geçtim. Duru sandalyenin kendi kendine arkaya doğru gitmesine çok şaşırdı. Kızları çağırdı. Kızlar umursamadı. Sonra Mert, Kemal’e seslendi. Kemal gelebileceğini söyledi. Mert gelip sandalyeye oturmayı beklerken kucağıma oturdu. ‘Hey, biraz da kibar olsana, burası benim yerim, hem görünmediğim, üzerime oturabileceğin anlamına gelmez!’ dedim. Mert ne yapacağını bilemedi, hemen oradan uzaklaştı. Kemal ‘Bu Eylül’ün sesi!’ diye bağırdı. O kadar şiddetli bağırmıştı ki öğretmen de sınıfa girer girmez yerinden sıçradı. Kemal’in annesini aradı. Ama cevap gelmedi. Öğretmenin dibine geldim. Kendi kendine ne konuştuğunu anladım. ‘Hasta mı acaba?’ diyordu. Hasta bir çocuğu doktora götürmeliydim. Ama öğretmen ben ortalıkta yokken Kemal’in benim sesimi duyduğu için psikolojik sorunu olduğunu zannetmiş ve öyle söylemiş. Bunu o günden sonraki gün bana söyledi öğretmen. Her neyse. Neslihan da ‘Nasıl olur? Kemal’in yakası havada uçuyor!’ dedi. O da çantasından dedektiflik şapkasını ve büyütecini çıkardı. Sürüne sürüne bize doğru geliyordu. Amacını anladım. Ayağından tutup koridora attım. Herkes onun çok kötü bir parende attığını sandı. Ama neyse ki öğretmen görmemişti. ‘Eylül, sen misin?’ diye sordu ikisi de. Bayılmamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Sonra sınıftan bir ses geldi. ‘Öğretmenim, Kemal ve Neslihan dışarı çıktı.’ dedi birisi. Jet hızıyla koşup Neslihan ve Kemal’le birlikte bahçeye çıktık. Bahçede hiç öğretmen yoktu. Bahçede koşup oyunlar oynadık. ‘Tamam Kemal, hadi seni doktora götürelim.’ dedim ve okulun çıkışına doğru yürümeye başladık. Kemal’in evine gittik. Evi çok yakındı zaten. Kemal ‘Babam her zaman giderken anahtarı paspasın altına koyar.’ dedi. Kapının önünde duran paspası kaldırdık. Anahtarı Kemal aldı ve kapıyı açtı. Kemal’in odasına girdik. ‘Harika! 5 ayda 3856 lira toplamışım, zengin olduk!’ diye bağırdı. Sonra anne ve babasının odasına girdi. Annesinin telefonunu aldı. Acil bir şey olursa babasını arayacaktı. Şimdi Kemal’in annesinin neden telefonu açmadığını öğrenmiştim. Çünkü unutmuştu! Yanımıza taşınabilir şarj aleti de aldık. Sonra Kemal’in odasına gittik. Kemal’in tabletini aldık. Tableti ise ben kullanacaktım. İlginç bir şey görürsek araştıracaktım. Hazır Kemal’in odasına girmişken bir plan da yaptık. Kendimize daha önce lakaplar yapmıştık. Bana zeki, Kemal’e komik, Neslihan’a yaratıcı demiştik. Genellikle bir planı önce ben yapar, sonra onlara fikirlerini sorardım. Planı yaptım. ‘Önce Kemal’in aldığı paralarla bir taksi tutacağız. Bizi bir lunaparka götürecek. Ne yapayım, bizim de oyun oynamaya hakkımız yok mu yani? Hem bir sürü paramız var. Oradan da lunaparka çok yakında oturan bir akrabama götüreceğim sizi. Bizi de zaten yarın arabasıyla doktora götürebilir. Hem o cinlere falan inanmaz. Aslında, ben de pek inanmam. Belki yarın bu görünmezliğin etkisi geçer. Doktora gittikten sonra bir otobüse binip tatlıcıya gidip okula gideriz. Ne var? Doktora gitmiştik deriz, o yüzden geç kaldık deriz. Hatırlamıyor musun, bu hafta bir gün resmen öğleden sonra geldim! Plan bitmiştir, düşüncelerinizi alayım!’ İkisi de onay verdi. Yola çıktık.
Resmen şehrin içinde paramızla yetişkin gibi geziyorduk. Bir taksi gördüm. ‘Taksi! Hey, kime diyorum!’ diye seslendim. Gördüğüm taksi yanımıza geldi. Taksiye bindik. Nereye gideceğimizi sordu. ‘En yakın lunaparka lütfen…’ dedim. Endişe ve kaygı vücudumu ele geçirirken bile kibar olabiliyorum…
Her neyse. Arabada giderken tabletten ‘Neden görünmez olunur?’ diye araştırdım. Önüme birçok çocuk kitabı ve film çıktı. Ama doğru düzgün bir makale çıkmadı. Tableti kapattım. Derin bir iç çektim. ‘Ne kadar kaldı?’ diye sordum. Geldiğimizi söyledi. İndik, parasını verdik, lunaparkın girişine geldik. Bir abla vardı. Arkadaşlarıma ‘Neye binelim?’ diye sordum. Neslihan ‘Hız treni!’ diye bağırdı. Kabul ettim. Ablaya fiyatını sordum. ’20 TL’ dedi telefonuna bakarken cak cak cak sakız çiğneyerek. ‘Fiyatlar fıstık gibi…’ dedi Kemal ve parayı verdi. Hız trenine bindik. Acayip bir şeydi. Neslihan ve Kemal çığlıklar atıyordu. Sanki düşeceğiz… Hız treninden çıkarken ter içinde kalmışlardı. Çok endişeliler bunlar. Kemerimizi takmış, kenarlara tutunuyoruz. Ne olabilir ki?
Sonra, yürürken bir tezgah gördüm. Bir adam vardı. Bir dondurmacıymış. Dondurma almaya gittik. Neslihan ‘ Bir vanilyalı, bir tane de çilekli lütfen…’ dedi. Adam uzattı, Neslihan tam alacaktı ki adam dondurmayı çekti. Sonra Neslihan’a uzattı, Neslihan da aldı. Ama dondurmanın külahını aldı. Bu durumdan artık sıkılmıştım. Görünmez olmamdan kaynaklanarak adamın elinden aldım ve Neslihan’a verdim. Kemal’e de aynı oyunu oynadı adam. Onun da elinden aldım. Sonra da arkadan gelip gizli gizli külahıma istediğim aromaları doldurdum. Adam da beni göremediği için sadece Neslihan ve Kemal için para istedi. Benim için para vermedi Kemal. Dondurmamızı yalarken bir dükkan gördük. Dükkana girdik. Dükkandaki abi tatlı bez bebekler, tahtadan kurşun askerler, bisikletler, oyuncak arabalar, bisikletler ve kutu kutu şeker satıyordu. Çok şirin bir dükkandı. Bisikletler bize bir fikir verdi. Onlarla yolculuk edebilirdik! Neslihan ve ben sarı saçlı mavi elbiseli bir bez bebeği çok beğendik. Kemal de kocaman bir bıyığı olan komik bir kurşun asker seçti. Bisikletlerden ben kırmızı, Kemal yeşil, Neslihan mor olanı seçti. Oyuncaklarımızı bisikletimizin sepetine koyup yola çıktık. Lüks ve konforlu görünen bir sitenin önüne geldik. Bir apartmanı seçip ona doğru yürüdük. Güvenlik görevlileri yolumuzu kapadı. Kemal yine işin gırgırındaydı. ‘Yahu haberlerde görüyorum, işte bu apartmanda bir sürü hırsızlık oluyor! Onlara izin veriyorsunuz da bize vermiyorsunuz!’ dedi. Adamlar şaşırtıcı şekilde ona hak verdi. Geçmemize izin verdiler. Apartmana girdik. Kemal’e ‘Kemal, şimdi ben sana teyzemin telefon numarasını söyleyeceğim, sen de yazacaksın. Onu arayacağım, gelecek ve bizi alacak. Sonra numarayı telefondan sileceğiz. Evinde bir gün kalacağız. Sonrasını sonra düşünürüz.’ dedim. Kabul etti. Telefona ‘ 0 432 567 943’ yazdık. Telefondan ‘Alo?’ diye bir ses geldi. Telefonu elinden aldım. ‘Teyze, biz şimdi apartmandayız. Ama doğru mu bilmiyorum.’ ‘Önünüze kızıl saçlı, yeşil gözlü biraz şişman ve biraz kısa ve bir siyah saçlı, kahverengi gözlü, bir deri bir kemik, gözlüklü, dişlek ve çok uzun olan adamlar çıktı mı? Onlar güvenlik görevlisi.’ dedi. Evet, çıkmıştı. ‘Çıktı.’ diye cevap verdik. ‘O zaman doğru apartmandasınız. Ben 25. katta oturuyorum. Daire numarası ise 53. Size iyi şanslar…’ dedi ve yüzüme kapadı. Şimdi teyzemin evine gidelim, ama oyuncakları ve bisikletleri yanımıza alalım. Otoparkta çalınabilir.’ dedim ve binadan içeri girdik. Teyzemi tekrar aradık. ‘Teyze, kapının şifresi neydi?’ diye sordum. ‘9563’ dedi. Bu sefer ben yüzüne kapadım. ‘9563’ dedim Neslihan’a. Sayıları yazdı. İçeri girdik. Asansöre bindik. 25 tuşuna bastım. Kapının önüne geldik. Kapıyı çaldım. 1 salise sonra sanki orada bekliyormuş gibi teyzem açtı kapıyı. ‘Nasılsınız çocuklar? N’aber Eylül?’ dedi. Hepimiz iyi olduğumuzu söyledik. Salona geçip koltuğa oturduk. Teyzem çocukları çok sever. Onu tanıyan çocuklara dünyanın en iyi insanının kim olduğunu sorsanız hepsi teyzem olduğunu söyler. Bu yüzden evi de lunaparka yakın zaten. Her neyse. Bize önce film açtı, sonra avuç avuç şeker ve çikolata verdi, en sonunda da biz filmimizi seyrederken bize limonata ve kase kase patlamış mısır getirdi. Hepimiz çok eğlendik. Yemek için ‘Yemekte ne istersiniz çocuklar?’ diye sordu. Hepimiz bir ağızdan ‘MAKARNA!‘ diye bağırdık. ‘Çok iyi o zaman, çünkü benim de en sevdiğim yemek makarna…’ dedi ve özenle yemek yapmaya başladı.
‘Yemek hazır canlarım!’ diye çağırdı bizi. Hepimiz bütün hızımızla yemeğe koştuk. Ama mutfağa giderken bazen Neslihan ve Kemal bana çarptı ve düşe kalka mutfağa gittik. Hayatımda gördüğüm en güzel sofra olabilirdi. İçecek olarak meyve suyu ve yemek olarak makarna vardı. En sevdiğim kısım da salata olarak kaseye direkt şeker, çikolata ve sakız koymuştu.
Bu kadın çocuk dilinden anlıyor!
Yemekte benim görünmez olmamla ilgili konuştuk. ‘Haberlerde gördüm çocuklar. Bir hastalık var. Süper güç hastalığı! Kendine çok iyi bakan, zamanında uyuyan, yemekten önce ve sonra ellerini yıkayan, dengeli ve düzenli beslenen, tuvaletten sonra ellerini yıkayan, abur cubur yemeyen çocuklarda görülür bu hastalık. Çözümü ise deli gibi abur cubur yemektir. Siz! Senin adın Neslihan, seninki Kemal’di değil mi? Evet, hasta olacaksınız ama bunu yapmak zorundaydım çünkü Eylül bunları yaparken canınız çekebilirdi…’ dedi ve masadan kalkıp sofrayı topladı. Neslihan ve Kemal’le birlikte oturup ders çalıştık. Sonra biraz dinlendik. Canımız bisiklet sürmek istedi. Devasa, bomboş bir oda vardı. Bisikletlerimizi yanımıza almıştık. Bisikletlerimizi alıp odanın içinde sürmeye başladık. O kadar zaman geçmişti ki akşam olmuştu. Bize ayrılan odada 3 tane yatakta ayrı ayrı yattık. Sabah oldu. Sabah bir bakmışım ki artık görünebiliyorum! Aynaya baktım. Gittim ve yüzümü yıkadım. Yıkadım, yıkadım, yıkadım, gözümün içine sabun sıktım, ama olmadı. Kendimi görebiliyordum! Artık görünmez değildim! Sağlıksız beslenme işe yaradı! Ben bağırırken Kemal ve Neslihan fırlayarak banyoya girdi. Her şeyi onlara açıkladım. İkisi de bir ağızdan ‘Sonunda!’ diye bağırdı. Teyzem de çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı. Güzel güzel kahvaltımızı yaptık. Sonra teyzeme veda ettik. Oyuncaklarımızı yeniden bisikletimizin sepetine koyup yola çıktık. Doktora gittik. Doktor hepimize durumumuzun iyi olduğunu söyledi. Hastaneden çıkıp bir tatlıcıya gittik. Hepimiz çok lezzetli tatlılar sipariş ettik. Hepsini de afiyetle yedik. Okula yakın bir tatlıcıya gitmiştik. Bisikletle 3 dakika sürdü. Bisikletlerden atlayıp okula koştuk. Geldiğimizde 5. dersteydik. Yerimize geçtik. Gün boyunca geçirdiğimiz o çılgın günü düşündük. Tam bir rüyaydı. Okul bitince vedalaştık, bisikletlerimize binip evimize gittik.
Ve işte o garip günü size anlattım Arkadaşlar! Gerçekten çok zorlayıcıydı. Bence hiçbir çocuk görünmez olmak istemesin. Hoşça kalın! Kendinize iyi bakın! Bloglarımı okumaya devam edin!